Hocaya inanmıyorsan, Terziye inan! Terzi Strapinski ile Hoca Nasrettin'in başına gelenler:
















Borga Kantürk, Haziran 2010

(Dogan Doğan'ın Personas başlıklı sergisi üzerine yazılmış metin.)


1.
Biz giysileri insanlar yapar sanıyorduk. Fakat iki kişi sayesinde öğrendik ki: Asıl insanları giysiler yaparmış.

“Kleider machen Leute” 1. İnsanı yapan kıyafetleridir şeklinde Türkçe`ye çevrilebilecek, Almanca bir deyiştir. İnsanları gösteren giydikleri kıyafetlerdir anlamına gelir.

İsviçreli şair, yazar Gottfried Keller'in bir hikayesinin ismi olan bu ironik söz, Doğan Doğan tarafından Dirimart Sanat Galerisi’nde gerçekleşen sergisinin temeline yerleşiyor.
Sergiye isim olarak “Personas”2 adı seçilmişse de, buradaki kimlik vurgusu, sözü geçen öyküyü referans alarak yapılmış. Sergi, sanatçının oniki adet tuval üzerine çalışmasından oluşuyor. Aslen onbeş parçadan oluşan bu serinin odağı insanlar ve giysileri üzerine.

Çocuklar ve gençler, toplamda onbeş kişi ve bu kişiler tarafından geçmişte kullanılmış giysiler. Biraraya getirilmiş her bir kıyafet grubu o kişinin personasına dair bir öngörüyü sunarken, kimliğin en can alıcı ipuçlarını bize bir sığınak-gardrobu olarak sunuyor. Bu bakımdan, bütününden çok gardroplar serisinin teker teker içlerine giriyormuşcasına gezdiğimiz bir sergi bu.

Sanatçı, giysileri geri-dönüştürecek şekilde yüzeylere yapıştırarak, geçmişe, (kıyafetlerin sahibinin çevresine yönelik) belleğe dair, bir dizi referanstan hareketle tek bütüne ulaşmaya çalışıyor. Bu çabanın sonlandığı noktada ortaya çıkan üretimleri değerlendirirken, resim türünün yanısıra
“anıt”a da referans verebiliriz. Çok renkli bir bütün ortaya çıkarken, kumaşların ucuca eklenmesi ve birbirlerine tekrar iliştirilmesi bizi bir örtü (sosyo kültürel anlamda örtme ve kaplama fiillerini bir düşünelim) fikri ile başbaşa bırakıyor.

Yabancısı olmadığımız bir geleneğe yöneliyoruz, patchwork.3

Patchwork'ün genel mantığı; üretim sürecinde hiçbir parçanın atılmadan, boşa harcanmadan yeni bir bütüne dönüşmesidir. Bu, hem günümüz dünyası için çevresel değerler adına geri-dönüşümü simgeliyor hem de karşımıza yeni çöpler çıkarmıyor. Sanatçının bu önermesi gayet çevreci bir politakayı ve yerel kültürel üretim biçimlerindeki emeği barındırmakta.

Doğan Doğan, 68'ler Almanya'sının doğacı ve çevre bilinçli hareketi ve bu dinamikten beslenen sanat ve aktivizm köklerinden gelen sanatçı bilinciyle yetişen biri olmanın etkisiyle, geri dönüşüm, tutumlu olma gibi değerleri, yerel kültürün biriktirme ve gelenekten gelen kumaşı, ipi el-işini tekrar kullanma fikrini burada birbiriyle buluşturuyor. Doğan'ın işlerinin temelinde yatan da bu ortaklığı pekiştirmek ve buradaki git-gelli zeminden beslenmek.

Sanatçının buradaki ana önermesi: Yeni bir üretim yapılırken, tüketmemek.

Bu işe referans olabileceğini söyleyebileceğimiz diğer bir çalışma serisi, annesinin evinde gençlik yıllarından beri sürdürdüğü dikiş dikme serüveninden arta kalmış kumaş parçalarını yıllar sonra fark edip, bunlardan yeni birer bütün oluşturmak istemesi ile ortaya çıkıyordu. Bu çalışmalar, öncüsü olduğu “personas” serisindeki gibi; bireyin belleğinden, çevresindeki insanlarla paylaştığı ortak maziden kalma işlevini yitirip soyutlanmış, belirsiz parçaların çöplere dönüşüp unutulması yerine, yeni bir zaman aralığında hem bir çeşit vicdan (kıyamama dürtüsü) hem de nostaljik referansları barındıran bir bütün- tek nesne üretimi olarak nitelendirilebilir.

Patchwork, tarihsel olarak eskiden doğuda varlık gösteren, özellkle göçebe hayat süren ve varlıklı olmayan grupların eski yıpranmış kumaş ürünlerini yeniden değerlendirmek adına atık parçaları birbirine iliştirerek ve üstüste ekleyerek dönüşüme uğrattığı, kullanılabilir hale getirdiği bir dikiş türü. Oldukça renkli ve farklı imgeleri birarada toplayan mozaikli yapısı, bütün yaşanmış parça parça belleği tek bir yüzeye, bir örtüye, vücuda döndürmesi doğu kültürü ile de açıkçası bağdaşıyor.
Özellikle Almanya'dan ülkemize giren Burda gibi dikiş dergilerinde ve el işi mecmualarında gördüğümüz batılı bir gelenek olarak 70-80ler avrupasında da oldukça yaygın kullanılan bir dikiş tekniği patchwork. Batılı dünyasına geçişi Haçlı seferleri ile gerçekleşmiş. Açıkçası bu kültürel anonim kod ve üretim türü Doğan'ın sanat üretiminin temelinde yatan sorgulamaya da işaret ediyor.

Doğu'lu kimliğini cebinden ve zihninden çıkaramayarak seyahat eden, batıda yaşayan, batılılaşmış figür olma durumu. Bu durumda girişte referans verdiğimiz “Kleider Machen Leute” hikayesindeki Strapinski ile Nasrettin Hoca'nın4 ( “Ye kürküm ye” adıyla anılan hikayesinde ) maruz kaldıkları benzer iki olayın, sonuç olarak da çok benzer bir finale ulaşması ilgi çekici. Burada yaşadığımız ufak çaplı şok, bazen birbirinden oldukça uzak tuttuğumuz, ayrıksılaştırdığımız doğulu ve batılı anlatılarda sözü edilen kimi refleks ve tavırların, yöntem ve kültürel enformasyonlardaki nüanslara ait farklardan ibaret olduduğunu gözler önüne seriyor. Hele hele günümüz kültür turizmin ve hayat akışının milli kültürler ve örfler sınırlarını şiddetlice alaşağı ettiği bir dünyada bu git gel önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak Patchwork, Doğan'ın bu resim serisinin temel biçimsel referans noktası. Ancak bu ne Alman köklerindeki gibi genellikle noel dönemi için yapılmış süslemelere öykünen el-işi referanslı bir yapıda ne de oryantalist bir bakış açısıyla son derece etnografikleştrilmiş doğulu bir üretim şekli olarak güncel sanatın sınır çizgilerini taciz ediyor. Temelde her iki tarafın da okuyacağı, yakın hissedeceği bir üretim dili, referans noktası var ancak burada anlatı tamamen ulusalcı veya kıtasal bir kültürel belleği değil, aksine kişileri (gençleri ve özellikle çocukları) merkezine alan onbeş farklı hikaye olarak izleyiciye sunuluyor.

Doğan, burada yerelliği tekrar gündeme getirirken, fabrika yerine elle üretimi, eskiyi yeniden dönüştürmeyi ve kültürel belleği bir miras olarak önemsemeyi ortaya koyuyor. Günümüzde, bu, hazır sektöre dönüşmüş olsa da, ( kurslara ve basit şekil örnekleri olarak evde her yerde üretebilmenizi sağlayacak “kolayca sen de yap” dergilerine hapsedilmiş geleneksel el üretimleri...ahşap oyma, patchwork, nakış türü çalışmalar) sanatçı burada bu boğuşmada bir taraf olduğunu bizlere gösteriyor.

2.
Çocuk, Kapı ve Dolap...

Giysilerin birarada bulunduğu bir biriktirme alanı olarak gardrop, çocuk veya genç pek çok kişinin dış dünyayla iletişim esnasında kendine gösterdiği değer ve yansıttığı ruhsal atmosferi açısından yapacağı seçim adına geride bırakılmış bir hazine sandığı gibidir. O günün tılsımını, büyüsünü oluşturacak bir sihirler bütünü, düzenli bir şekilde ortaya çıkacağı günü bekleyen kıymetliler. Doğan'ın ortaya çıkardığı resimler bir bakıma zamanında oldukça önem teşkil etmiş bir hazinenin, gardrobun kilidini aralıyor. Kapakları açılmış ve tek katmanda dondurulmuş bir anıta dönüşmüş halleri gibi. Bu nedenle her bir iş, adı geçen on beş kişinin, özellikle çocukların, giysi dolapları söz konusu olduğunda, onlarla oynayacağımız bir saklambaç oyununu gündeme getiriyor. Buradaki jestimiz, dolaba özenle saklanan çocuğun suretini, ruhunu o yığın arasından bulup sobeleyebilmek üzerine kurulu. Çocuk, giysileri arasında kendisini gizliyor ve giysiler onun örtüsü oluyor. O'nun gardrop ile olan ilişkisi bu açıdan önemli. Ailenin baskısı veya cocuğu kod olarak biçimleyiş şekli O'na öngördüğü üniforma olarak ortaya çıkan giysiler burada kilitli tutuluyor.

Ergenlik sürecine geçtikçe çocuğun kendi beğenisini belirleyen diğer etkenler ise çevresel yarış ve yakın hissedilen, hayranlık beslenen karakterleri sahiplenmedeki ortaklık. (Sergideki üç resimde yer bulan üç farklı oğlan çocuğunun hepsinde “süngerbob” karakterinin olduğu tişört parçaları yer almakta, bu da bu popüler kültür imgesinin dolaşımını ve temsil edilen kimlik üzerindeki etkisini gözler önüne sunuyor.) İlerleyen yaşlarda ise bunun yerini başka tür ortaklıklar alıyor. Ergenleşmiş bir kız çocuğu için, arkadaşınınkinin tıpkısı olmak zorunda olan feminen çiçek motifleri veya kesin alınması gereken seksi bir abiye çok önem kazanıyor. Çünkü kız çocuğu büyüyor ve genç kızlığa adım atışından, yaşlılığına kadar geçen bu süreçte, kimliğini dışa yansıtma serüveni giderek daha cazip hale geliyor.

Doğan, sergideki tuvalleri oluştururken çoğunlukla on yaş altı çocukların ailelerinden toplanmış bir dizi kıyafeti kullanmış. Çocukların kaçınılmaz bir hızda büyümeleri ve giysilerin çabucak kısalıp küçülüyor olması, onları, kıyafetlerini bizlerden daha çabuk terk etmek zorunda kılmakta. Bu sebeple çocuklara yönelik kullanılmış giysiler arşivi edinmek, genç insanlara veya yaşlılara göre daha mümkün gözüküyor. Sanatçının meşakkatli ve heyecanlı veri toplama sürecinde yaşadığı dialoglar bunun önemli bir göstergesi.


3.
Üniformam kimliğimdir!

Bir giysi ile anlam kazanan hatıralar, anılar olduğunu varsayarsak, o özel kıyafetlerin tercih edildikleri tarihlerin altını çizmemiz gerek. Özel günler için tercih edilenler dışında, gündelik olanlar veya bazı grup, sınıf ve mesleki alanlara ait kıyafetlerin hepsi, kişinin yaşamına, kimliğine dair bir zaman çizelgesini ortaya çıkaracaktır.

Rock House kafeleri anımsayalım, David Bowie'nin Ziggy Stardust dönemi giydiği fantastik giysinin bize verdiği kültürel ve tarihsel enformasyonu ya da Elvis Presley'in kilo aldığı dönemlerden kalma beyaz kültleşmiş takımını birer anıt olarak, heykelsi bir duruşta mekanın can alıcı noktalarında görürüz. İçlerinde ne Elvis ne David Bowie olan bu giysiler, hayalet, çalınmış ruhlar gibi orada asılı dururlar. O haliyle dönemi, sosyo-politik duruşu ve bir ruhu temsilen duvarda yer alırlar. Buradan, emekli NBA oyuncularının spor salonunun tavanına bayrakmışcasına asılan formalarına, Etnografya müzelerindeki yerel değer olarak kıyafetlere, Zeki Müren'in, Türkan Şoray'ın müzelik giysilerine kadar ilerleyebiliriz. Tüm bu örnekler eşliğinde giysinin yarattığı personayı buradan daha net anlayabiliriz.

Doğan, belki de bu bağlamdan hareketle yola çıkıyor. Ancak giysilerini toparladığı kişilerin tanınırlıklarının olmaması, aidiyet açısından da belirginleşmeyen bir yapıda sunulmaları, hatta yanyana geldiklerinde dönemin anonimleşen ortak ruhuna işaret etmeleri nedeniyle farklı bir yöne doğru yol alıyor. Sekiz yaşındaki orta sınıf bir ailenin her hangi bir çocuğunun belirli bir zaman aralığında giyebilecegi giysileri, bilhassa dikiş yerlerinden parçalara ayırarak, dikilip birleştirilmeden önceki, terzinin elinden çıkmadan önceki hallerine geri gönderiyor. Tek bir fark, o giysilerin varlığı ve hikayelerin yaşanmış oluşu. Bir çeşit hafıza kaybına uğratıyor. Bellek yaşanmışı hatırlamıyor ancak o yaşanmışlık, yüzeyde belli belirsiz çok katmanlı şekilde yer alıyor. Sonrasında ise bunları birbirlerine tek bir satıh üzerinde dikip yapıştırarak, bellek ve zaman katmanlarını tek bir yüzeye, örtüye dönüştürüyor, çakıştırıyor. Tıpkı Photoshop programında çok katmanlı çalıştığımız kopuk kopuk parçaların bir anda bir hamlede tek katmanda toplanması, sıkıştırılması gibi bir kolajlama söz konusu. Doğan, kişinin personasına ilişkin geçmişin tüm kodlarını önce söküyor, sonra dikiyor ve bir harita çıkarıyor. Bu haritayı okumak ise izleyicinin geliştireceği yöntem ve kuracağı empatiden geçiyor.


4.
Market vs. Pazar
ve üzerine sorular

Işıltılı nötr bir beyaz galerinin içerisinde, alacalı bulacalı, rengarenk çocuk elbiselerini barındıran bu resimlere nasıl bakmalıyız?

Güncel sanat dünyasında yıllardır insan kıyafetlerini metafor ya da medyum olarak çalışmalarında kullanan önemli isimler oldukça fazla. Aklıma hemen gelen bazı çalışmalar mevcut. Örneğin Michalengelo Pistoletto'nun meşhur enstlasyonu “Venüs on Rags”5 , Sarkis'in “A milestone” sergisindeki enstalasyonları6, Vahap Avşar'ın “22 white men's shirts buttoned”7 adlı işi. Doğan da bu yöne odaklanıyor. Doğan'ın sözü geçen üretimlerinde giysileri kasnağa gererek geri dönüşüme uğratıp sanat pazarı içerisindeki tabiriyle “tuval resmi”ne dönüştürmesi dolandığı suları biraz tedirgin bir hale getiriyor. Özellikle galerinin yer aldığı Nişantaşı bölgesindeki elit ve şık mağazaların, giysileri vitrinlerinde birer başyapıtmışcasına ihşa edişi göze çarpıyor. Bu muhitin biraz uzağındaki İstiklal Caddesi’ndeki Terkos adı verilen pasajdaki işporta ve ihraç fazlası giysilerin üstüste altalta keşfedilmemiş birer hazine olarak bir yığına işaret etmeleri de ikinci bir giysilerle karşılaşma vakası. Moda tutkunları, trendsetter'lar bu iki bölgeyi de birer hacıymışcasına tavafa gidiyorlar. Bu ikisi arasında Doğan'ın resimleri başka bir anlam ve konum kazanabilirmi o da bir soru. Ortada iki pazar söz konusu. Renkli dünya da giriyor devreye. Bu dünya ile sanat pazarının o elit, sessiz mükemmeliyetçi nötr yapısı ve de kullanılmış giysilerin veya üretim fazlası olduğundan vitrinlerine ulaşamamış öteki giysilerin bir karmaşa, yığın içerisinde yer aldıkları ikinci pazar.
Diğer bir soru Doğan Doğan'ın burada sergilediklerinde performatif ve eleştirel bir jest var mı?
Motifin ve yüzey resminin galerideki rolüne ikircikli bir ironik bir yaklaşımmı söz konusu?
Doğan, hep bu motifleri üretip, sonsuza dek onun kadrajları etrafında dönecek, o dilin alfabesi üzerine odaklanacak bir sanatçı profili çizmiyor. Motif ve motif-boya resmine bakışında da bu bakımdan tezat bir çizgi söz konusu varmış gibi.

Özellikle Soyut Resim, tür ve jest olarak anlatım parçalarını kesintiye uğratır. Anlatıyı, akan görüntüyü zamansız, uzamsız hale getirir. Peki Doğan'ın bilhassa yaşanmış hikayelere dair hazır ve reel materyalleri, (imitasyonlar değil) giysileri kullanarak yaptığı bu şeyler ile karşılaştığımızda bu çıkarıma ne cevap vereceğiz?

Bir sergiyi dolaşırken beraberimizde taşıdığımız sorular iyi gelir. Hem bizi hem sergiyi bu sıcak yaz günlerinde dinamik tutarlar...

21 Haziran 2010, Pazartesi
1- “İnsanı giysileri yapar”; Alman edebiyatı üzerinde önemli etkileri olan İsviçreli şair - yazar Gottfried Keller'in 1874 yılında yazdığı bir hikayedir. Bu çalışma yazarın “Seldwyla İnsanları” isimli kitabında yer alır. Alman edebiyatının en bilindik hikayelerinden biridir. Hikaye terzi olduğu için iyi kıyafetler giyebilen fakat aslında fakir biri olan Wenzel Strapinski'ye odaklanır.
Kısaca anlatırsak:
Yaşadığı kasaba Seldwyla'dan ayrılmak zorunda kalan terzi Strapinski, üzerine bulduğu en şık zarif giysilerini giyerek, işini yapacağı yeni bir yer bulmak adına Goldach'a doğru soğuk, karlı bir kasım günü yola çıkar. Oraya vardığında, O'nu şık giysiler içinde görenler bir soylu zannederler, ilgi gösterirler. Sonrasında Strapinski bu ilgiden bunalır. Utangaçlığından ve geçmişi hakkındaki şüpheler yüzünden, buradan kaçmaya yeltenir. Tam bu esnada şehrin ileri gelenlerinden birinin kızıyla karşılaşır. Birbirlerine aşık olurlar ve terzi oyununu sürdürmek zorunda kalır. Evlenmeye bile karar verirler. Fakat O'nu küçümseyen bir rakibi ise terzinin maskesinin düşmesini sağlar. Nişan töreninde bu bir skandal haline gelir. Strapinski kaçar fakat nişanlısı onu bulur ve donarak ölmekten kurtarır. Strapinski aşkının gerçek olduğunu kanıtlar ve sonrasında evlenirler. Terzi sonrasında atölyesnde çalışmaya devam ederek varlık,prestij ve güven kazanır.

Ayrıntılı bilgi için kaynaklar: http://de.wikipedia.org/wiki/Kleider_machen_Leute , http://referateguru.heim.at/Kleider.htm


2- Persona'nın ingilizce'den dilimize çevrilmiş sözcük tanımı şöyledir: “kişiliğin dış dünya ile olan bölümü. “
Buna ek olarak persona latince köklerden gelen bir sözcüktür ve türkçe karşılığı “maske”dir.. Sanatçı Doğan Doğan tarafından sergideki işlere atfen, sözcüğün bu anlamına da vurgu yapıldığını çıkartabiliriz. Giysilerin bütüncül bir sargıya dönüştürülmesi, mumya fikrine işaret eder. Ancak bunun yanı sıra kıyafetler, içlerinde barındırdıkları bazı görsel referanslarla (sponge bob, batman, beysbol yıldızları gibi simalar) da çocuğun kendi suretinin yerine o sembollerin temsil ettiği sosyolojik gücün yerine geçme, o klana ait olma adına, öykünmeye yönelik birer kimlik maskelemesi yerine geçerler.

3- Patchwork türkçe sözlükte verilen anlamları itibariyle: “yama işi, parçalı örtü, kumaş artıklarından dikilmiş yorgan ve derme çatma şey”e karşılık geliyor.

4- Nasrettin Hoca'nın “Ye kürküm Ye” ismiyle bilinen hikayesi kısaca şöyledir:
Hoca davet edildiği düğün ziyafetine gündelik elbiseleri ile gidince kimse kendine aldırış etmemiş.
Ne buyur diyen var, ne otur diyen. Canı sıkılmış Hoca'nın. Bir koşu evine dönüp bayramlık kürkünü
geçirmiş sırtına. Düğün yerine gelmiş. Onu Kürküyle görünce büyük bir saygı göstermişler. Baş köşeye oturtmuşlar. Önüne tabak tabak yemekler sıralamışlar. Hoca kürkünün ucundan tutup çorba tasına daldırmış birden.
- Ye kürküm ye... diye bağırmaya başlamış. Şaşırıp sormuşlar:
- Ne yapıyorsun hoca efendi, kürk yemek yer mi hiç?
Hoca cevabını vermiş sorunun:
- Madem ki bütün saygı ve ikram kürküme yapılmıştır. Öyleyse yemeği de o yesin!
5- Michalengelo Pistoletto'nun kullanılmış atık giysileri kullanarak gerçekleştirdiği 1967 tarihine ait Venüs on Rags adlı enstalasyon, Arte Povera'nın en akılda kalıcı örneklerinden birisidir.
Ayrıntılı bilgi için: http://www.pistoletto.it/eng/crono09.htm#

6- Sarkis, 2005 yılında Akbank Sanat Galerisindeki açılan sergisi “A milestone”(Bir kilometre taşı) adlı bu sergisinde: 'Potemkin Zırhlısı'ndan Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kasaba'sına kadar, bazı filmlerden alınmış siyah-beyaz çocuk fotoğraflarını alıntılayıp, duvara asmış ve beraberlerinde de her fotoğraf için birer renkli çocuk giysisi yerleştirmişti.

7- Vahap Avşar tarafından 1995 tarihinde üretilen “22 white men's shirts buttoned” isimli çalışma, sanatçının yirmiki adet giyilmiş erkek gömleklerini düğmelerinden birbirlerine ilikleyerek oluşturduğu bir çadır enstalasyonudur.
Görsele ulaşmak için bkz: http://www.vahapavsar.com/omi.html

Hiç yorum yok:

Bu Blogda Ara

Map Of Poverty / Yoksulluk Haritası

Map Of Poverty / Yoksulluk Haritası
"Maps courtesy of www.theodora.com/maps used with permission"