Sen gene de Tedarikli ol! Alıştıra alıştıra söyle!, Vahit Tuna, Egzersiz, 2008 sergisi için metin


Title: "OHA"
Year of Creation: 2008
Dimensions: 24.5 x 14.5 cm
Medium: Digital print on paper
Edition: 1/5 + AP

Giriş için ısınma hareketleri:


Eğzersiz isimli sergi, uzun yıllar sonra bizleri Vahit Tuna’nın yeni dönem işleriyle baş başa bırakıyor. Bu proje, Genç Etkinlik yıllarından beri (1) güncel sanatın grup sergilerinde, hem tasarımcı hem katılımcı sanatçı olarak görmeye alışkın olduğumuz Vahit Tuna’nın Türkiye’deki ilk kişisel sergisi.(2)

Özellikle 90ların ikinci yarısı ve 2000li yılların başlarında sıklıkla karşılaştığımız, geniş katılımlı-hatta kalabalık güncel sanat sergileri, özellikle son bir iki yıldır yerin, bu alanın sanatçılarının kişisel duruşlarına ve vizyonlarına odaklanan kimi zaman az kişili grup sergiler (2-3 kişilik ortak projeler) veya solo gösterimlere bıraktığını gözlemliyoruz. Tam da bu süreçte, Hafriyat Karaköy ve Vahit Tuna iyi bir birliktelik kurmuş. Sonuç olarak meydana Hafriyat’ın ev sahipliğinde, vahit’nın perspektifinden bir bakış mesafesi önerisi sunmayı hedefleyen bir alan açmayı başarmışlar.

Bu taktik özellikle, Bienal dönemleri ülkemizde patlak veren, “Evet! Kesinlikle bende bir çok sesli ve gürültü çıkaran bir sergi yapmalıyım!” heyecanının artık kendini aşırı tekrar edip, katılan sanatçıları tektip bir okumaya hapsetmesinden bunalan sanatçıları ve özellikle bu sanatçıların üretimleriyle tadımlık olarak karşılaşabilen izleyicileri heyecanlandıracak gibi. (3)

Bu tür sunumlar, Kalabalık ve genele yönelik, Sanatın bölgesel ve iklimsel okumasının yerine, Sanatçı ya fokuslanarak onun insaniliğini(4) ve sosyal konumlar dahilinde kırılgan (5) hissiyatını gündeme getirme şansına sahip. Sanatçının tekil olarak ne söylemeye çalıştığı fikri üzerine hareket ettiği için, önem taşıyorlar. Hal böyle olunca, direk işleri okumak yerine sanatçıya bakmak ve sergiyi parça parça skeçler olarak geçme gibi kötü alışkanlıklarımızdan uzaklaşmamızı gerektiriyor.


Bölüm 1
Yedekleri Isınmaya göndermek:

Vahit Tuna’nın kişisel üretimlerine yer veren bu sergiye bir retrospektif ya da dönemsel bir toplama gözüyle bakmamak gerek. Bu hani kabaca tabirle “Bütünü bir iş” yada başlı başına kendisi bir durum-muş gibi olan sergilerden.

Kısacası, sergiyi bir Vahit Tuna günüymüş, yaşam kesitiymiş gibi düşünelim.

Sanatçının ve Müze-Galeri icerisine yerleştirilmiş çalışması arasındaki mesafeden önemle söz edilir: İşin yalnız başına kendisini temsili, işin coğrafyaya, iklime, sosyo politik duruma olan mesafesi sanatçıdan çıkmış izleyene ve oraya yerleştirene kalmıştır. Bu noktada haliyle “işin” kendi üreticisine karşı kurulan mesafedeki yalnızlığı (ana kucağı veya baba şefkati.). Ben ise Vahit’in bu sergideki işlerini, tekil olarak bazı pozisyonlar üzerinden etiketlemek veya kimi atıflar yapmak adına bir yerlere yerleştirmek değil, öncelikli olarak, onlar üzerinden Vahit Tuna’ya odaklanan bir bakışa yönelmeyi önemsiyorum.

Sergiyi bir atmosfer olarak, Vahit’in tepkileri, rutin karşılaşmaları, maruz kalışları üzerinden geliştirilmiş refleksler olarak görelim. Bu refleksler, kimi zaman ani ve savuşturmaya yönelik, kimi yerde de maruziyeti kabul eden, bir bütüne dair.
Bu hikayede, sanatçı bir özgürlük savaşcısı ve sorumluluk bilinciyle bir eleştiri makinesı olarak kahramanlığa soyunmuyor. Kimi yerde kafa karışıklıkları, gücüne ve bulunduğu duruma gerçekçi bakan bir sanatçı profilinin, üretim stratejilerine tanık oluyoruz.

Blog(6) alışkanlığı, güne vapura yetişirken cepteki bozukluklarınızla aldığınız günlük birkaç gazete ve yanında tükettiğiniz çay ritüelindeki gibi, olmazsa olmaz bir hal alabiliyor. Artık kendinizi, her daim internete bağlı olan bilgisayarınızda günlük gazeteleri takip eder gibi rutin halde, sanatçı bloglarına göz gezdirir halde buluyorsunuz. Çayda, sohbette, kafede, ofiste…zaten blog kardeşliği denilen birbirini kollama ve referans verme durumu da kendinizi siteden siteye atmanıza yol açan olumlu bir durum.

Vahit Tuna’nın blogu , www.temkinlimesafe.blogspot.com da bu hezeyanda rastladığınız bir web alanı olabilir. Benim gibi Takipçisi iseniz de, sergideki çalışmalarının, düsünce egzersizi hallerini, belirli günler yüklenmis sonrasinda üzerilerine yenileri geçmiş anlık jestlerine, anında tanıklık etme şansınız olabilirdi. İşin sahne arkasını bu mutfaktan çıktı. En başında, Vahit’in blogun ismi olarak seçtiği “Temkinli Mesafe” vurgusu aslında sözünü ettiğimiz, şehirli, sıkıntılı, panikli bir ruh halini barındıran ve bir çeşit gard alarak ilerleme pozisyonuna atfen serginin genel ruhunu oluşturuyor.

Bölüm 2
AnGard (en gadre)!!! Ya da Garda Çağrı

Gardını Alma Meselesi, Daha sergiye girmeye yeltenirken kendisini hissettiriyor.
Sanatçı, Hafriyat Karaköyün galeri mekanına, ana girişi sağlayan kapının önü tavana kadar, kum torbalarıyla örülü şekilde bizleri karşılıyor. Basbaya bir siper örüyor.
Burada sanatçının jesti, izleyiciyi içeri çağırırken bile temkinli olmayı öngörüyor.
Hastalıklı, bir önlem ve paylaşım alanını dışarıdan örtme hali, sergideki gerilimi, sanatçının birey olarak bu coğrafyada kendini güvensiz ve tekinsiz hissetmesi ile ilişkili.
Bir çeşit yasa koyucular karşısı kapalı devre ev partilerini çağrıştıran bir mekana dönüşüyor hafriyat, çalışmalar, dış alandan korunaklı, izole halleriyle,
Usulca ve çaktırmadan gösteriliyor. İran’daki gizil alkol partilerini çağrıştırıyor.
Fısıltıyı duyanın geldiği özel ve sınırlı sayıda davetliden biri olma hissi.
Kamusal alana işaret eden oradan kopartılan durumlara ilişkin işler söz konusu. Ancak sunumları ve bulundukları atmosfer kamusal alana bıçak gibi bir mesafe koyan garip
ir git gel barındırıyor. Bu türde bir üretme ve sergileme taktiği, devamlı hareket halinde seyreden, bir çeşit açık alan vur kaçını, sokak çatışması sıcaklığını değil de, kimi yerde hiç beklenmedik etkilere yol açabilecek küçük sessiz ataklar yapıp kabuğuna çekilen, o bölgede bekleyen bir tuaf sessizliği barındırıyor.

Bütün bunları düşünürken, Cem KARACA’nın Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, nesen bunun farkındasın Ne de polis farkında”-diye sürüp giden sarkı sözlerini hatırlıyorum.

Bu çelişkili hal, evlerimizi, kilitlere, kalın perdelere, bilgisayarlarimizi şifrelere mahkum eden, kendi kişisel alanlarımızı, internet-kredi kartı ve diğer sanal paylaşım alanlarımızı şifreler ile yarattiği baskiyla zihnimizi dürtükleyen bir şehirli figur olma halilin paranoyaklığı.

Biz özenle şifreyi alıp, kilidi açıp, siperin arkasından dolanarak sergiye ulaşalım.
Ne bekliyor bizi acaba?
Kamusal bölgeye ilişkin, karşılıklı paranoya ve dışarı ürkek, ürkek, dilim dilim çıkartılmış, sözler.(üretimler) Nedir bunlar? Polis, Devlet, Yükselen Milliyetcilik (karşılıklı uçlaşmış paranoya, “ya bizdensin, ya öteki” hali bir zorunlu grup kabul edilme hali.), Yasa koyuculuk, Ötekileştirme, Düşünce özgürlüğü, Muhatapsız ve yalnız olma hissi, Sansür ve bütün bunların ışığında üzerine çökmüş birbirine karışmış bir “total Maruziyet” bulutu.(7)
Tüm bunlar huzurlu bir uyku arayışının, ortasında uykuları kaçıran, rutine bağlamış kısa metraj kabuslar olarak sanatçının zihninde dolanmakta. (8)

Evinden çıkıp, teker teker önündeki rutin engelleri bertaraf etme çabasıyla, kim vurduya gitmeden, günlük serüveni tamamlayıp siperin arkasına çekilmek. Biriktirdiklerinin tozunu alıp, misafirlerini beklemek. Bütün bu süreç bir çeşit ön çalışma ve kültür fizik ile, sanatçının kendisini başına gelebileceklere göre hazırlamasını gerektiriyor. (Tam iş çıkışı vakit İstanbul trafiğine çıkma anındaki gerilim halini anımsayın!) Zorunlu tetikte, hızlı ve kendisini çevreleyen negatiflikleri çeşitli absürd ve ani hareketler ile savuşturan, kimi yerde tersine çeviren, ucu ucuna üzerinden atlayan, bir platform oyun kahramanıymışçasına bir serüven.

Tüm bu tarifler, bir çok insanın kafasındaki, “sanatçının”, uzun vadeli ve kendi güçlü söylemine odaklanan üretim stratejileriyle, keskin bir ideolojisi olan, güçlü figür “mitosunu” zedeleyebilir. Ancak bazen, bu durum kimi sanatçılar için başından farklı bir şekilde gelişebiliyor. Yaşanılan coğrafyadaki, bu tempo, kent ve paranoya pozisyonu, nefes almak için kendine oyun alanı açmak için bile, bir çeşit gardını almayı, “kendine ait bir siper yada bunker (9-10)” inşa etmeyi gerektirebiliyor.

Borga Kanturk, 2008

Sergi ile ilgili blog sitesi aşağıdadır.
http://egzersiz2008.blogspot.com/




Dipnotlar:

1- Bkz. Yerleşmek sergisi kataloğu başkanın arabası- vasıf kortunun yazısı.

2- Sanatçı ilk kişisel sergisini 2003 tarihinde Stuttgartta katıldığı Residens sırasında gerçekleştirmişti. Detaylar…

3- Rene Block’un YKY ile ortak gerçekleştirdiği Türkiyeli.Güncel Sanatçılar Kişisel Sergiler dizisi örnek verebiliriz. hem galeri mekanını tek sanatçıya tahsis edilişi özel üretim bir proje için kullanımı ve de özellikle Tek sanatçıya yönelik bir monolog-un da beraberinde basılması önemli. Benzer tutumu 80ler ve 90’larda düşük bütçesine ve mekanının yüzölçümünün kısıtlı oluşuna rağmen özenle sürdüren öncü bir galeri olan Maçka sanat ve Rabia Çapa burada örneklenebilir.

4- Aydan Murtezaoğlu ve Venedik Bienali Türkiye pavyonuna katılmayı reddedişi, sanatçının insani bir varlık oluşu üzerine ve pekte alışkın olmadığımız kırılgan yüzüne dikkatleri çekmişti, ancak gündem değişimi ile etkisi çabuk unutulmuştu.

5- Hrant Dink ölümü Orhan Pamuk’un aldığı tehtitler, ve sonucu entelektüel kesimin kendisini giderek savunmasiz , tekil- yanlız hissedişi. Sosyal kimliğin ve politik duruşların eğlenceli şakacı bir oyunmuşcasına sanata apartılmasının harici bireysel paranoyalar ve huzursuzluk hali…

6- Türkiye güncel sanat dinamiği içinden bloglar önerileri: bkz: www.resmigorus.blogspot.com, www.derece.blogspot.com , www.theflamingoandtheboy.blogspot.com, tam bir dizin için ise www.contemporaryartsinturkey.blogspot.com

7- Sergide buluta ilişkin iki çalışma boy göstermekte, birisi küçük pamuk helva tatlılığında bir hoş an, halini andıran, bir bulut yakaladım ve yedim isimli çalışma, ufak bir lightbox. İkincisi ise kurmacadan dokumantere bir strateji işleten, milli gurur kahramansı paranoya uzerine odaklanan bir klişe üzerinden geçiyor. Burada izleyicinin yaşadığı “acaba gerçek mi bu?, yok değildir, ama…” hissiyatı bile inanç-paranoya arası gidip gelen ruh halimizi muzipçe kışkırtmaya devam ediyor. Sanatçının uyguladığı oyuncu taktik, Cem Karaca’nın bahsi geçen şarkısındaki kendini konumlandırma şekliyle oldukça yakın seyrediyor.

8- Vahit’in “düstesin uyan” isimli yerleştirmesi, burada hatırlanabilir.

9- Virginia Wollf’un “Kendine ait bir oda”sına atfen.

10- Bunker Research Project, in kurucusu, ve büyük gezgin, rahmetli sanatçı Hüseyin Alptekin’e saygıyla. Bunker: Yer altı sığınağı, özellikle 2.dünya savaşı yıllarında sıklıkla kullanılan iglo benzeri mimari yapılar.

ekrana bağımlı kalmak ve keyifsizliğin tedavisi üzerine

1
"...Drukrey ve Boekman gibi ilerici tekno-sanatçılarının arasında kabul bulan rehber ilke ciddi insan ile söylemsel insanı birleştirmek olarak yorumlanabilir ki, bu da tekno-kültür ve onun sözdizimiyle savaşmak anlamına gelir. Ama bu hangi uzanıma kadar mümkün olabilir? Açıkça vurgulanan niyetlere rağmen bir ekrana bağımlı kalındığı sürece tekno kültürle olan ve kamu yararına girilen bu çatışma tekno-kültüre boyun egmenin başka bir türü sayılmaz mı?"

"Yeni teknolojilerdeki gelişmelerden, daha iyi bir yaşamın araçları halinde baştan çıkarıcı biçimde paketlenip kapımıza gelene kadar haberdar olmuyoruz...Teknolojiler sersemletici bir hızla gelişiyor ve sunuluyor ve şirketler bizi o ürünlerin yalnızca tatminkar değil, aynı zamanda vazgeçilmez de olduğuna inandırmak için tasarlanmış reklam kampanyalarına kovayla para saçıyor." Art-in Technological Times, s.126

referans:
Harold Jaffe, Tekno Mağaranın Ötesi, Notos Kitap, 2008 - syf:172


2-
Keyifsizliğin Tedavisi:

Adrienne Gagnon şöyle diyor:
"Gittikçe artan düzeyde görmeyi özlemle beklediğim ve denetimimizin dışında gitgide daha fazla kaçan bir dünyadaki varlığımızı korumak için elzem olduğuna inandığım şey, sanatın her gün yapmak zorunda bırakıldığımız uyum değişimlerinin bilincine varması ve bize karşı-değişimler sağlamak için gayret göstermesi. Sanatçılar bu hızlı değişimlere ve teknolojinin hazırladığı kapsamlı sonuçlara gerçekçi gözle bakmamıza yardımcı olabilir ve bize o sonuçları özerkliğimizi yitirmeden asimile etmemizi sağlayacak araçları sağlayabilir. Ben bir sanat yapıtını algısal ve toplumsal yetilerimizin sınırlarını genişletecek, her gün yüzleşmek zorunda kaldığımız bilgi barajının ötesine doğru yolumuzu daha iyi bulmamızı sağlayacak ve olasılıkla veri tecavüzüyle desteklenmiş kötü bilgi bombardımanıyla beslenen yabancılaşma ve keyifsizliğimizi tedavi edecek unsur olarak düşünüyorum."

a.g.k. syf:175


3-
Jaffe'ye göre Debord:

"Debord'un "keyifsizliğin tedavisi" konusundaki görüşüyse kısa ve öz: "Gösterim yoğunlaştığı zaman toplumun daha büyük bölümü onun etki alanından kaçar; yaygın hal aldığında küçük bir kesimi kapsar ki, öyle bir kesim günümüzde var bile değildir" Böylece de sanat ve anlatım için zorunlu olan yabancılaşma ya da dışarıdan izleme erişilebilir olmaktan çıkar."

a.g.k: 175

Bu Blogda Ara

Map Of Poverty / Yoksulluk Haritası

Map Of Poverty / Yoksulluk Haritası
"Maps courtesy of www.theodora.com/maps used with permission"