Beklenen Şarkı; Aynı nakarat (*) - Borga Kantürk
Bu yazı 27.09.2010- 30.11.2010 tarihleri arasında gerçekleşen Portİzmir: Çağdaş Sanat Trienali'nin ikincisi için hazırlanmış sergi kitabında yer alması adına oluşturulmuştur.
Okur için giriş notu:
31 Kasım 2009 - 17 Mayıs 2010 tarihleri boyunca yaşadığım askerlik sürecinde tamamen uzaklaştığım İzmir'e ve bellek araştırmalarına siz sevgili okurlar eşliğinde geri dönüş yapıyorum. Aradan geçen yüz elliyi aşkın gün sonrasında... Sizlerle beraber, tanığı ve aktörlerinden biri olduğum İzmir güncel sanat yaşamına ait kulaktan dolma belleğe bir geri-sarış yapacağım. Bu tıpkı dvd-ekstralarındaki özel seçeneklerde olan oyuncu ve yönetmenin yorumuyla filmi tekrar izlemek gibi bir şey olacak Bir çeşit anımsatma/anımsama terapisi.
Öncelikle, yazdığım bu şeyin siz okurları çok mutlu edecek bir metin olmadığını söylemem gerek. Kasvetli ve demoralize edici saptamalar, uzun, biraz da açık uçlu, sınırları net olmayan bir araştırma alanı üzerine odaklanan bazı notlar ile karşı karşıyasınız.
Bu notlarda konu edilen olaylar son on yıl içerisinde gerçekleşen kimi kırılmalara, yaşanan olumlu olumsuz dönüşümlere tekabül etmektedir.
1
Bellek, Alternatifler ve İzmir:
İzmir güncel sanatı hakkında tarihsel veri ve bellek eksikliği olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de sınıflandırma ve tarif etme konusunda bariz bir netsizlik söz konusu. Buradaki tarifsizlik: neyin ne kadar ana akım, bağımsız ya da kolektif olabileceği ile ilişkili. Bu alanda tasnif yapma alışkanlığı olmayınca da, ortaya tam tanımlanamamış bir “alternatif” olgusu çıkıyor... Bu şehir için sanat adına alternatif açılımların ne olabileceği, dışarıdan bakıldığında tahmin edilebilir, yorumlanabilir gözüküyor. Ancak bu tarihi içerden yaşayan kişi olarak gözlemlemek, deneyimleyip, kayda geçiremek, yorumlamak, henüz İzmir için birileri tarafından yapılmamış bir şey.
Alternatifin kapsayacağı şeyden söz etmek için önce işleyen bir sistemin varlığını kabul etmek gerekir. Ki bu türevde bir kurumsallaşmanın, sistemin inşası zaten İzmir'de yapılamamış. Sanırım bu yüzden, İzmir için alternatif oluşumların, sistem dışı yapılanmaların yaşadığı en büyük sorun, kendilerini tarif edecek ve ne amaca hizmet ettiklerini farkettirecek bir güç olarak kurumsal yapıları karşılarında bulamamaları. İşte bu onların alan kayması ve ilgi sapması yaşamalarına yol açıyor.
Buna ilişkin bir diyalog, Azra Tüzünoğlu'nun düzenlediği, Ayça İnce moderatörlüğünde İstanbul’da gerçekleşen genç küratörler konuşması esnasında, İzmir ve alternatif modeller üzerine odaklanıldığında bir soru olarak gündeme taşınmıştı.1 Azra Tüzünoğlu: “2003’den itibaren K2 sanat merkezi neyin alternatifiydi?” sorusunu gündeme getirmişti. Haliyle dışarıdan bakan bir göz olarak, yapılan bunca sergi ve etkinlik sonrasında bunun sırrını öğrenmek istiyordu. Ancak benim görüşüme göre K2 aslında alternatifsizlik üzerine varolan deneysel ve çok katılımlı bir mekan olarak ele alınabilirdi. Bunun nedeni; K2 etkinliklerini kurumsal, köhne, bozulmuş bir galeri sistemine, ticarileşmiş bir sanat pazarına alternatif olsun, karşı durulsun diye yapmıyordu. Çünkü eleştirilecek işleyen, iyi ya da kötü sistem yoktu. 90'lı yıllardan beri açık ticari galeri sayısı bir elin parmaklarını bile geçmeyecek kadar azdı. K2 sistem karşıtı gibi gözüken ancak İzmir için kendi programını planlayıp gündeme getiren tek organize yapı olarak ikibinlerin ilk on yılını geçirdi.
Birkaç gün önce Eduardo Galeano'nun “Kucaklaşmanın Kitabı”nda yer alan Afrika atasözü dikkatimi çekti: “Aslanlar, kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar av tarihleri hep avcıyı övecektir.”2 Bu konuyla ilişkilenebilir geldi birden ve İzmir'i temsilen çağrıldığım etkinliklerde yaşadığım kimi diyalogları hatırladım. İzmir güncel sanat yazımı ve yayıncılığı oluşup kayda veri sokulmadıkça, müze ve galeri kataloglarındaki birkaç satırlık belirleyici yazılar ve tahmini uzaktan saptamalara muhtaç bir bozuk bellek inşa edilmesi kaçınılmaz.
2
İzmir'de imkansızı talep etme becerisi ve gerçekçilik, gerçeklik:3
Gerçek olduğunu bilirsen, imkansız olabilmek daha kolay inanılabilir bir şey. En azından gerçeksin.
Peki ya gerçekliğinden emin değilsen?
Bulunduğun coğrafya ve yaşam koşullarında kendini kamusal ve kurumsal anlamda “gerçek olarak” tanımlayacak sigorta, kazanç ve statüye sahip değilsen, inatla bu alana karşı durarak, dışarısında kaldığın yerden bir şeylerin değişmesi adına çabalıyorsan, gerçeküstü ve muhatap olunmayan bir şeye dönüşebilirsin. Bir düş olabilirsin. İzmir'in güncel sanat ile imtihanı hep bu düş peşindeki insanlar ve onların zaman zaman belirip tuhaf bir zamanda netleşemeyip kaybolmalarına yol açıyor. İzmir tam da kötü zamanlarda güzel uykusundan uyanıyor.
Diğer bir yandan, İzmir kent kültür politikalarının altında yatan, bastırılmış ego: Ya hep ya hiççi alışkanlıklardan ötürü, “Biz de en büyüğünü, makro ölçeklisini yaparız!” iddiasının gündeme gelmesine yol açıyor. Örnek: İzmir'de kurumsal destekli büyük ölçekli hedeflere sahip sanat etkinlikleri. Bu etkinliklerin hemen hemen hepsinde; uluslararası tepkiyi hedefleyen, yılda veya iki yılda bir gerçekleştirilmeye çalışılan, bu amaç adına zorlukla bütçe bulunan, sonra da bu bütçeyi bir çırpıda sonuna kadar harcayan bir strateji hakim. Bir istikrar kurulmadan işlemesi zor gözüküyor. Biraz daha gerçekçi olmak gerek. Genelde küskün ve çoğu zaman beklentilerini yitirmiş, bu sebeple de kibirli olabilen İzmir sanat izleyicisinin ilgisini çekebilmek ve beklentilerini doyurmak için bu gerekli. Devamlılığın ve sabırlı çalışmanın, bu alanda para ve emek harcamanın bir geleneğe oturması lazım.
2,5
Devamlılık Adına Radikal Arayışlar veya Olmayacak Duaya Amin Demek:
İyi kurulmuş, derdinin ne olduğu belli olan, küçük ölçekli sergilerin eğiticiliği önemli. Ancak siz bunları sadece yılda bir yapılacak büyük ana etkinliklerin yan sergisi olarak gündeme getirirseniz, bu büyük etkinlik bittiğinde de küratör ve sanatçılara ve de o geçici kullanılan sergi mekanına geri-dönüş, taçlandırılmış bir bellek verememiş olursunuz. Bir geleneği oluşamaz. İşte bu noktada imkansız talepler gerçeğe dönüşemez. Ancak belgelere kaydedildikçe, bir kültüre dönüştükçe hayat bulur. Gerçek olur. Adnan Yıldız'ın küratörlüğünde gerçekleşen “Kayıt Dışı” adlı sergi4, Port İzmir'in 5 paralel etkinliğiydi. Evet, tam olarak da kayıt dışı kalmıştı. Eş zamanlı etkinlikler o kadar çoktu ki, bir anda yaşanan kalabalıktan ötürü farkedilemedi, ekstra değer ve farkındalık üretemedi. Belki serginin ismi bunu baştan kabul ediyordu, bunun ironisini de yapıyordu. Oysa ki ne kadar doğru bir sergi modeliydi. Az bütçe-öz deneyim barındıran, küçük ölçekli ama mekanına hakim ve önemli sanatçıları barındıran bir sergi. Hatta Adnan Yıldız'ın devam eden araştırma sürecinin bir ayağı olarak ileriye yönelik genişletilebilir bir kulvardı. Sonrasında bu mekan-Çetin Emeç Sanat Galerisi, kendi yerel lokal çehresine, yönetimsel programsızlığına geri döndü. Güncel sanatla ilişkisi olmayan, yerel ve geleneksel görüşlerin kötü örnekleri olan kimi sergiler yaptılar. Bu sergiler mekan ile belleği ne tam olarak paylaştı ne de mekanın belleğine kazındı. Belleğe kazıma eylemi üzerine geçmişten bir örnek olarak Hüseyin Alptekin'in Şantiye Galeri’de, mekanın duvarlarına bir dizi kullanılmış sabunu iliştirdiği ve beraberinde kokularını, izlerini mekana bıraktığı çalışması anımsanabilir.6
Şantiye Galeri 1995-96 yılları arasında faaliyet gösterdi ve şehirde güncel sanat adına bir bellek olarak zihinlerde alternatif kurumsal bir yapıyı işaret etti. Geçiciliğinin bilincindeydi, bütün elindekileri bu süreç ve zemin üzerine kurdu. Belirli bir periyod çok yüksek bütçeli olmayan kişisel sergiler yaptı. Enerjisini etap etap kapanacağı tarihe kadar yaydı. Ve sonucunda da bir konsept kitap ile kayda geçti. Sanatçıların şehir ve mekan ile aralarında geçen bellek ve empatiyi taçlandırdı. Ve yıllar sonra, biz hala bu sürece referans veriyoruz. İyi ki de sınırlı sayıda olan o kitabı basmışlardı.
3
Kurumsallaşma ve İzmir üzerine:
K2 için 2002'den 2007'ye kadar çalıştım. Bu süreçte yer alma nedenim, bu yapılanma sayesinde şehir ve güncel sanat politikası üzerine odaklanmaktı. Bu, şehri de yeniden ciddi bir şekilde düşündürebilirdi (Bu tür girişimler 90'lı yıllarda biraz biraz gerçekleştirilmiş, sonra devamlılığı sağlayamamış ve bu düşünceler umutsuzluktan unutulmuş veya rafa kalkmıştı). Bu bakımdan K2 için ilk etkinlik bir söyleşi idi. “Kurumsallaşma denemesi olarak sanat üretimi” başlıklı, Vasıf Kortun'un konuşmacı olarak katıldığı bu etkinlik K2-sanat ve kurum üçgeninin nasıl kurulabileceği üzerine ilk girizgahı yapacaktı. Bu konuda İzmir ve 2000'lerde güncel sanat üretimi yapan yeni kuşak için bilgi ve referans akışı yoktu. Bu kuşak bütün bu süreci yaparak öğrenmek zorundaydı ve yaşayarak deneyimlemesi (okuyarak beklemenin alternatifi olarak) gerekiyordu.
K2 işte bu noktadan doğdu: Belki bu alanda hem pedagoji hem de kolektif bir güç yaratmak adına... Hem okul, hem proje alanı, hem galeri, hem ofis hem de atölye olmaya çalışmak... Tam bir araştırma zemini... Hepsinin temel dayanağı yoksunluktu. Alternatifler kendi içinde parçalara ayrıldı ve zamanla kendi yollarını çizdi. 2002-2004'te başkaydı. 2005-2007'de bir şeylerin yapılabileceğini bir model olarak gösterdi. Sonrasında, bilgi, öğrenme ve kendi kanalını bulma çabaları ile tüm bu ortaklık netleşti ve başka bir yere kaydı, ayrıştı. Şimdi hepimiz daha başka bir yerdeyiz ve değişim tekrar başlıyor.
4
Lokalden, küresele: İzmir ve Muhatapsızlık:
İzmir (ve Türkiye'nin bir çok şehri) için eğitim kurumlarında, özellikle üniversitelerde disipliner altyapının kurulmamış olması sözkonusu. Farklı departmanların uzak birimler olması, sosyal bilimler, sanat, teori ve tarih alanlarının birbiriyle zayıf ilişkileri, bu alandaki çok sesli yapılanmaların kolay kolay varolamamasına yol açmakta. Fakültelerin Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat ve Siyaset Tarihi bölümleri, Kültürel Antropoloji gibi günümüz sanatının üretimi ile içiçe düşünülmesi gereken birimler İzmir'de sadece mentalite olarak değil, fiziki olarak da güzel sanatlar eğitimi veren kurumlardan uzak tutulmuş. Bu kapalılık ve eğitimdeki yalnızlık güncel sanat üretimi ile alakadar kişileri “kendin-yap” modeline ister istemez kaydırmıştır.
Önce 2002'den itibaren “Kutu - taşınabilir sanat mekanı”7, “K2”, sonrasında “49A”8 ve “Agora9 gibi sanatçı mekanları, “Underscene-Project”10 gibi sürdürülebilir proje-arşivler, sanatçıların kuruculuğunu üstlendiği yapılar olarak bu muhatapsızlık ve iletişimsizlik ortamı içerisinde kendi iletişim ağlarını, sergileme alanlarını kurmak adına önemliydiler.
Burada bir parantez açacağım; kurumların sanatçılar tarafından işletilmesi, genişletilip kurallarının yumuşatılması ve bulanıklaştırılması, bir çeşit kişisel defans ve hücum presi olarak algılanmalı. Kurumsal yapılar ve bunun üzerine kurulan sistemler, ağlar her zaman var olacak (olmayan yerlerde de oluşturulacak, bu kaçınılmaz.) Sanatçılar olarak bu kurumsal stratejilerin bilinmesi ve deneyimlenmesi ile ne şekilde pozisyon alarak, bu yapıyı nasıl dönüştürebilir ve de alanı nasıl genişletebiliriz? Bunlar sorgulanması gereken önemli şeyler.
5
Travma:
Şener Özmen, “User's Manual: Türkiye Güncel Sanatı İçin Kullanım Kılavuzu” adlı ansiklopedik derlemede yer alan metninde, şu temel fikir üzerine odaklanır: Diyarbakır'da güncel sanatı yaratan şey travmadır ve merkez dışında sürdürülen “ilginç sanat” hareketlenmeleriyle kıyaslanamayacak derecede ciddi bir olgudur.11 Bu, bir vakanın, tarihsel bir derdin başlı başına varlığı ve bu derdin açmazlarına karşı direnç olarak güncel sanat pratiğinin konulması olarak tarif edilebilir. Bu durum aslında Vasıf Kortun ve Erden Kosova'nın birlikte yazdığı, Almanca basılıp Türkçede sadece blog sitesi olarak yayımlanan “Ofsayt Ama Gol”12 adlı kitabında da benzer şekilde dile getirilmekte. Travmalar ve tarihsel pürüzler, olamayışlar, arızalı ve başarısız toplumsal hikayeler, Türkiye'deki güncel sanat ortamının kavramsal zeminini oluşturmuş sanatçıların odağını bu derin ve çeşitli kanallara yöneltmiştir.
Şener Özmen'in travması yaşamsal ve hayatı baştan başa coğrafi kimliğe dair bir varoluştan itibaren başlıyor. Bunun üzerine sanat bir direnç- güç odağı olarak varoluyor. Travma ve karşı-güç...
Coğrafi durum üzerinden önemli diğer bir saptama Finlandiyalı Küratör Mika Hannula’dan. “Helsinki benim cehennemim, çünkü burada herşey normal ve hiçbir motive edici arıza yok. Bu yüzden çok da can sıkıcı” gibi serzenişler yapıyor bir yazısında.13Elmas Deniz ise “User's Manual”de yer alan “K2 İzmir'den bildiriyor”14 başlıklı metninde merkez dışı (ilgi çekici olmayan) koordinatların tarifi için “Mika Hannula’dan ödünç aldığı bir kavram olan ölü-alan'ın İzmir'in durumunu iyi tarif ettiğinden söz ediyor. Elbette bu ikinci görüş İzmir için daha geçerli olabilir, hatta İzmir'de yaşayan bazı sanatçılar kuzeyin güncel sanat örnekleriyle empati kurmuşlardır da... Burada Şener Özmen'in kastettiği türde bir acının antropolojisi yok, belki de hiç olmayacak. Ancak refahlık, serinlik ve sakinlik de kuzey kadar net değil. Kalabalık ve farklı karakterde ve sosyal sınıftan insanın birarada bulunduğu bir kentten, akdenizli (kimliğini unutmuş) bir şehirden söz ediyoruz.
5,5
İzmir için bir travma olabilir mi? İzmir için travma vakti:
Travma tanımı sadece coğrafi veya kitlesel mi yapılmalı?
İzmir'de travması olan kişiler kimler olabilir:
1- Ramazan Bayrakoğlu: Travmayı sosyal hayat menşeli bir duruştan sanatsal harikayı yaratma noktasına çekip parlak, ışıldayan bir yapıt yaratmaya çalışmak.
2- Mehmet Dere: Belirlenmiş kategorilerin dışında yerel ve sosyal sınıflara ait kendi travmasını
beklenmeyen bir coğrafyadan çıkarmak.15
3- Elmas Deniz: Elmas'ın travması yanlış okumalara ve kurumsal yapıya ilişkin. Uzaktan belirlenmiş satırlara hakim egemen okumalar, oldu-bittiler üzerindeki güç ilişkilerinin ürettiği çaresizliği delmeye, dönüştürmeye çalışan bir kişinin travması.16
“User’s Manual” kitabının metinlerinde üç şehir (Diyarbakır, Ankara ve İzmir) ve güncel sanat tartışılırken, iki erkek figür Şener Özmen ile Ferhat Özgür, Diyarbakır ve Ankara'daki durum üzerinden fikir beyan ederken, İzmir’in temsili diğerlerinden farklı olarak dik başlı erkek figür rolü yerine genç fakat konusunun hakimi, bilgili bir kadın figür rolü (hem de bu tarihin tanığı ve yorumlayıcısı olarak) Elmas Deniz ile gündeme geliyordu. Buradaki asıl fark Deniz'in kadın olmasının dışında, olaya bakışındaki ezici ve bağırgan olmamayı tercih eden ama eleştirel gücü bilinçli ve dozajı yerinde tavırla alakalıydı. İzmir'in travması: belki bu roldeki farktan, bağıran yıkan ve acısını gösteren bir eleştiri yerine kendi farkındalığını ve bireysel gücünü gösterebilen kurumsal eleştiriden şekillenebilir mi? Bu soru önemli.
Outlet'de gerçekleştirilen “Yaratıcı Yıkım”17 sergisinde bu iki sanatçının işleri aynı katta karşı karşıya sergilenirken: Şener Özmen bir su başında dosyasını yere atmış, mücadeleden biraz olsun yılmış figür olarak başroldeyken, Elmas Deniz'in işlerinde ise ön planda olan, Türkiye'nin her yerinde bulunabilecek binalardı. Yani kurumlar, ideolojiler ve mekanlar... Toplumsal bir dert ve onu kuşatan heroik erk özne görünürde yok. Diyarbakır coğrafya olarak Şener Özmen'in kastettiği bozuk kayıt dışı yapı ve onun kurumsal hali ile boğuşma düşüncesindeyken (üzerine yürünecek yel değirmenleri, Tate Modern gibi merkez kurumsal yapılar ile büyük şehre, büyük dünyaya adımını atıp yolunu bulmaya çalışan güçlü taşra kahramanı modeli iken) İzmir'de ise temel problematik bu kurumların da olmadığı yerde alternatif baştan cesur bir yeni dünya kurulabilir mi düşüncesiydi. Çünkü belki de İzmirli İzmir’den kımıldamak istemiyor, Tate'e kadar gitmeye üşeniyor. Tek sorun Mika Hannula'nın da dem vurduğu o çıldırtan motivasyonsuzluk ve basiretsizlik belki de...
Ara Not: Bu metinde geçen kurumsal pozisyon ile kuruma alternatif olarak, kişisel örgütlenme ve gard alma durumundan söz edilmektedir. Kurum yokken muhatap olarak kendini kurum yerine koyan bir yapı ve bu yapı karşısında kötü ve ters işleyen bir kurum bulunca gardını alabilecek bir kişilik inşa edebilecek bir deneyim.
6
Devamlılığın İnşaası:
Etki tepkiyi yaratır. Henüz Balçova'da yanyana AVM'ler sıralama ve halkın ilgisini bu büyük yapılar ile cezbetme geleneği oturmamışken, Balçova'da 2001'de henüz inşası devam eden Palmiye Alışveriş Merkezi yarı şantiye halindeyken, işletime açılmamışken, 35 kişilik bir güncel sanat sergisi olan “Arada Kalmak” gerçekleşiyordu. Bu sergi sonrası bir diğer grup sanatçı ise Balçova'da yeni açılmakta olan bir diğer alışveriş merkezi Kipa'da bir sergi gerçekleştirmişlerdi. Daha küçük çaplı bir etkinlik olsa da bu aynı güzergahtaki dev mülklerin sahiplerinin birbirleri arası yaşadıkları rekabet duygusunun “güncel sanat için alan” yaratıyor olması adına önemli bir adımdı. Ancak bu girişimler izleyiciyi ve sanatçıları kışkırtmayı başarsalar da eğlence amaçlı bu büyük ticarethanelerin kurumsal yönetimlerini etkilemeyi bir türlü becerememişlerdir.
Belediye galerileri, kültür merkezleri gibi kulvarlara bakarsak durum daha vahim gözüküyor. İzmir kültür- sanat yönetimi hiçbir zaman bu yerel sürdürebilirlik stratejilerini anlamayı denemedi ve uluslararası sermaye ve sanat üreticileri ile kendi yerel köklerinden gelen duyarlılıklarını, özel güçlerini buluşturmayı es geçti. Bütün eforunu devamlılığı olmayan, yılda bir gerçekleşebilecek bir gösteri maçına ayırması ve sırf o şık gecede tepeden uçakla şehre indirilen konukların hoş kokteyller, güzel sohbetler ve Kordon manzarası eşliğinde loş ışıklarda ağırlanması bunun en güzel örneği Ancak buradaki aşk “senede bir gün” süren ve yavaş yavaş da karşı tarafın, yılda bir gerçekleşen büyük kavuşmanın etkis ile ilişkiden ümidini kesmesiyle mutsulaşıyor. Bu haliyle de tüm şehir için bir hüzün hikayesine dönüşüyor. Aslında hikayede unutulan şey belli. Bu kentin sakinleri, sanat üreticileri, takipçiler, özellikle öğrenciler ve yerel sermaye, sanat alıcısı.
Oysa ki yaşanan şey tükenmiş bir evlilik hikayesini andırıyor. Elbette ki senede bir günlük büyük aşk masalı ile kendini büyük bir patlamaya hazırlayan, bunun şiirselliğine inanan bir duruş, evde kendisini bekleyen yıpranmış ilişkisini “unutmaya”, bellek dışı bırakmaya çalışıyor. Bence asıl hikaye bu denli çaresiz aslında... Çözüm ne peki: Beraberce, sabırla, şehir dışından gelen uzman kişilerin danışmanlar ve destekçiler olarak eklenebileceği, uzun soluklu ve dürüst bir paylaşım ortamının oluşturulacağı, gerçek bir buluşmanın inşasına başlamak.
7
Muhafazakarlık:
İzmir; muhafazakar, korumacı, yeniliklere karşı uzlaşması zor insanların yaşadığı bir şehir. Bu bakımdan sanat alanında yeni açılmalara, sert, keskin uçlara çok da açık değil. Yatay bir şehir, başlıbaşına bir liman, denize açık, ama yaşantı olarak içine kapanmış izole bir şehir. Sanırım tüm bunlar dikine bir inşanın, yukarıya çabuk fırlamanın, basamak basamak yükselmenin zorluğu ile ilişkili yaşamsal ve coğrafik işaretler.
Bunu evinden hiç dışarı çıkmayan bir çocuğun durumuna benzetiyorum biraz. Çocuğun kapalı yerde yaşam anlayışı, ileride üretimlerinde de bu kapalılığı bir alışkanlık haline getirmesine, farkında olmadan sürdürülen bir yaşam biçimine dönüşmesine neden oluyor. Sonuçta da bu çocuklar büyüdüklerinde üretimlerini paylaşmak adına çok sosyalleşemiyorlar. Takip güçleri azalıyor. Küçük çevresel gruplar olarak vakitlerini geçiriyorlar. Kendi aralarında eğleniyorlar, buluşuyorlar, böyle olunca da kolektif, kalabalık, multi-kültürel bir eğlence ortamının devamlılığı söz konusu olamıyor.
Gökçen Cabadan'ın18 İzmir'de okul yıllarında ikibinlerin başları, kendi kuşağının yeni-resim alanındaki öncü figürlerinden biri olarak bireysel ifade yolları ararken karşılaştığı gizli-tutucu tavır, muhatapsız kalmasına, sonrasında iyice motivasyonunu yitirmesine yol açabilecekti. Arızalı, kolay kabul görmeyen ve net çözümler sunmayan bir “resim üretmeye çalışıyordu”. Yapmaya çalıştığı sadece buydu. Önce Belçika'ya gidip muhatap alanını değiştirip, ardından da üretimlerini bundan birkaç yıl sonra tekrar Türkiye resim piyasasına sokmaya başladığında, “iyi bir sanatçı” olarak hatırlanabildi. İçeride görmediği ilgiyi dışarıdan gördüğü andan itibaren burada kabul edilebilirlik kazanmıştı.
İzmir'deki sanat okullarının her şeyden önce yeteneğe önem vermesi, kimi zaman bu eğitim kurumlarından çıkan sanat üretimlerinin kabiliyete dayalı olma zorunluluğu varmış gibi bir saçma ön yargıya saplanıyor. Genç sanatçıların bu gelenekselleşen bağı rahat rahat kıramaması kimi zaman tutulma yaratıyor. Buna tezat olarak, İzmir'de yaşayan ve çalışan bir güncel sanatçı olarak Ahmet Uhri, sosyoloji ve ironi temelli bir yaklaşıma dayalı bir sanat anlayışını uzunca bir süredir devam ettirmeye çalışıyor. Ahmet Uhri, K2 “asit-toz” başlıklı sergide ilk kez sergilediği “unutmak”19 kelimesinin (fiilinin) Türkçedeki bütün çekimlerini kullanarak gerçekleştirdiği duvar yerleştirmesi ve “Hayalet Beton, Dikbaş Tepe, Dargın Ağaç”20 başlıklı sergide kent, muhafazakarlık ve levanten ilişkisini sorgulayan “Tante Vicenza'nın İzmir'i ya da İzmir'in iki yüzü” adlı ses-metin enstalasyonu ile İzmir için bu alanı genişleten, önemli kişilerden birisi.
7,5
İzmirli ne demek?
İzmir'in yenilikleri ve değişimleri kolay kolay kabul etmeyen, çabuk refleksleri bulunmayan bir şehir olduğu yönündeki inancımı az önce beyan ettim. Yeni öneriler karşısında yavaş ve önyargılı bir temkinlilikle yaklaştığını düşünüyorum. Geleneğe bir bağlılık söz konusu, tamam, ama bu bağlılık yüksek idealler ve konformistçe giderek içeriği boşaltılan bir “İzmirliyiz(?)” sloganına dönüşüyor. Bu, artı değer üretmiyor hatta dışarıdan bakıldığında negatif bir hissiyat yansıtıyor. “İzmirliyiz“ ne demek? Bu soruya hiç yanıt aramamak ve “unutmak” kötü bir refleks. Kültürel bellek açısından kayboluşa, gelecek içinse içerik yitimine neden oluyor.
Bu şehir neden sevilebilir, ne diye burada yaşama dahil olunabilir? Bunların içerisini doldurmayı hiç düşünmeyen bir topluluğun kültür endüstrisinin oluşmasını beklemek zorunda mıyız biz? Artık üzerine düşünülmesi ve hatta bir an önce çalışılması gereken bir vakaya dönüştü bile. Bu zeminin nasıl sağlanabileceği, sanatsal faliyetlerin nasıl sürdürülebileceği ve yön verilebileceği ise hala belirsiz.
8
İzmir sanatçısının bütçe ile imtihanı:
Bütçesiz stratejiler alışkanlığı olan bir şehrin sanat eğitim kurumları şık bir sanatın, elegant bir duruşun ideolojisini kurmaya çalışa dursun, İzmir'in ciddi anlamda profesyonel sanatçı bütçesi ile tanışması ve meta değeri ile ilişkilenişi Ramazan Bayrakoğlu'nun21 son yıllarda Dirimart Sanat Galerisi ile lanse edilişi, müzelerin ve özel koleksiyonların yoğun ilgisini çekmesi ile olmuştur. Bu aslında şehrin 'meta' ihracatı için önemlidir. Ticari açıdan da bir başarıdır.
İzmir'den resim menşeli sanatın güncel örnekleri adına iyi malzeme, şık sunum içeren güçlü bir prodüksiyon çalışmasına gidilebileceği ve bu tür bir stratejinin sanat kurumları tarafından oldukça talepkar karşılanabileceği görülmüştür.
Buna dair diğer bir örnek, uzun yıllardır İzmir'de yaşayan ve üreten sanatçı Tufan Baltalar.22 İki yıldır İstanbul'da faaliyet gösteren Outlet (İhraç Fazlası Sanat) ile çalışan sanatçı, dil ve üretim biçimi olarak giderek kendini prodüksiyonlaştırma yolunda ilerleyen, gün geçtikçe takip edilirliği artan bir konuma erişti. Üretimlerindeki olgunlaşma, gördüğü geç kalmış ilgiye rağmen seviye atlamaya devam ediyor.
Şimdi karşımızda iki farklı uç var: Birincisi İzmir'in bütçesiz, çaresiz stratejiler içerisinde yokluktan bir şeyler varedebilme potansiyeli diyelim. Bu, hem alan arayan, hem de alanın belirleyiciliklerine karşı gard alan hamleler peşinde koşan bir yapı. Ancak farkındalık yaratmaktaki başarısı, sanatçıların diğer uca yakın seyretmeleri durumunda onları daha dirençli ve mücadeleci olmarı konusunda deneyimli kılmakta.
İkincisi ise müze ve galerilerin arz-talep alanı içine kendisini profesyonelce yerleştiren, bu sayede kendi üretimini prodüksiyonlaştıran, sürdürülebilirliğini arttırmayı hedefleyen yapı.
Bu yapı içerisinde kendini iyi tanımlayabilmek, taleplere ve sayıya karşı “dur” diyebilmek, eylem yavaşlatma ve yapmamayı tercih etme gibi stratejileri güçlüce uygulayabilmek önemli. Bu direnci gösteren sanatçıların ayakta kalabileceği bir zemin bu. Diğer birçok genç figürün geçici bir pazarın güncel dalgalanmaları ile boğuşurken, talebe yanıt vermeye çalışırken alabora olabileceği ıslak bir zemin.
Birincisi yönelim, ikibiniki yılından itibaren İzmir'de belirmeye başladı, beş yıl içerisinde etkin bir güce erişti.
Son üç yıl içerisinde ise sanat fuarlarının güncel sanata ilişkin vurgularla öne çıkması, genç ve yeni koleksiyonerlerin ilgi odaklarının bu tür üretimlere kayması ortalığı karıştırdı. Türkiye güncel sanatını arz-talep açısından farklı bir yere çekmeye başlaması, odak kaydırması, tüm bu olanlar da ikinci yönelimi doğurdu. Ve elbette İzmir'de özellikle genç sanatçılar açısından etkisini hissettirdi.
Şehirde düzgün ve genişletilebilir bir güncel sanat zemini için: Bu iki uca yönelik gelecek planları yapan ve tutkularının tarifini, yönelimlerini belirleyecek şekilde pusulaya dönüştürebilen insanların artışı en büyük kazanım olacaktır.
9
Ve Şimdi “Neler oluyor bize”
Kısaca Hatırlatmalar:
2007-2009 yılları arası, İzmir güncel sanat sahnesi için açılma, liberalleşme söz konusu oldu. Kolektif idealler ve bağımsız bünyelere olan inanç zedelendi ya da modası geçti. Belki de sadece bir arada barınamayan birkaç kişinin bir arada olmak zorunda olduğuna inandığı muhtaçlık hissiydi bu, üzerine çok fazla spekülasyon üretilebilir.
Sonrasında yavaş yavaş galeri temsilleri oluşmaya başladı: Halil Vurucuoğlu23 ve Bahar Oganer24 gibi genç sanatçılar, yeni kuşak galerilerin, muhatap, arz, talep, değer karşılığını buldukları tercihler olarak rağbet görmeye başladılar. Sanat fuarları ve pazarın genişlemesi ile kendilerine alan buldular ve umulmadık bir taraftan profesyonelce belleğe girdiler. Koleksiyonlara girdiler.
Bu yeni çıkış, başarı hikayesi, temel olarak güçlü olan dinamik sanatçılar dışında kalan genç kuşaktan bazı sanatçıları, sözkonusu zorlu pazardaki söz hakkı konusunda afallattı. Genç kuşağı biçimsel bir üretim yapısına ve hemen ilk kurtuluş yolu olarak şehir dışındaki-özellikle İstanbul menşeli- ticari galerilerin kapısını aşındırmaya yöneltti. Zorlu bir sınav onları bekliyor.
2007 sonrası, belediye destekli tepeden inme kurumsal yapılar belirmeye başladı İzmir'de. Modernist bir anlayışla, büyük ve heybetli kültür merkezleri (büyük mabedler) inşası. Bunun altında zannedersem, sanatı yüksek mertebede elit bir çatıda toparlamaya dair yüksek bir inanç var. Ancak unutulan şey, mekanları önemli yapan öncelikle çalışanları, gelenekleri ve ortaya koyduklarıdır.
Bu mekanlardan birisi olan Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde25 gerçekleşen bir toplantıda Serhan Ada26, “kültür hayaleti” tanımını gündeme getirmişti. Bu, üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gereken bir konu.
Kullanılmayan, iletişimsiz koca yapılar İzmir'de sanatı topyekün temsil etme ideolojisini sürdüredursun...
Diğer bir taraftan Türkiye güncel sanatının ticari alanda meta olarak Avrupa’ya, Asya pazarına bir anda girişi ve içerikten çok biçime yönelik talep sonrasındaki açılma hali baş göstermekte. Bu ikircikli durum İzmir'de kalabalık grup sergiler dışında çokça sergilenme şansı bulamayan bir çok genç güzel sanatlar mezununa İstanbul bazlı ticari galeriler üzerinden dışarı açılma cesaretini veriyor. Sergilemeler, galeri anlaşmaları ve kişisel temsiller olarak geri dönüyor bu çoğu kişiye. Bu, hızlı ve çabuk gelişen ve piyasanın ucuz ve ileriye yönelik stok potansiyelini arttırma adına oluşturduğu bir alan. Talep bundan beş yıl öncekinin çok daha fazlası. O süreçte bu şehirde olanlar, gözleri ve kulakları İzmir'e yöneltti, yeni bir mit yaratıldı. Ardından yaşanan dağılma sonrası İzmir için devamlılık söz konusu olmasa da, bu ilgi bir bakıma işledi. Şu üç yıldır Türkiye güncel sanat piyasasında yaşanan ticari akslara ilişkin dönüşüm, İzmir'de üreten bazı ara figürlerin bu durumdan fazlaca ekmek yemesini sağladı. Ancak piyasa serbestleşince sonuç biraz dejenere oldu. Bu arada burası için çabalamış kimi sanatçılar ise belleğe dışarıdan ve çok geç girdiler.
Şimdi ise olgunlaşan kuşağın figürlerinin kendilerine büyük ve net alanlar açmaları, üretimlerine daha güçlenmiş şekilde odaklanmaları, eksiklikler ve özellikle bellek üretimi ve pedagoji çalışmalarında daha dikkatli ve deneyimli olmaları bir olumluluk olarak göze çarpıyor. Bunun yanında güncel sanatın ticari alanında, galeri zemininde karşılığını bulmaya başlayan genç bir kuşak da oldukça hevesle iş yetiştirme uğraşında. İzmir şehir olarak izole ve kapalı kabuk yapısını barındırmaya da devam ediyor. Karışık, garip, birbirine tezat bir yapı, tahmini zor bir gelecek...
(*) Beklenen Şarkı için Zeki Müren'i , “Aynı Nakarat” için Nazan Öncel'i tekrar hatırlayalım.
Dipnotlar:
1 ”Güncel Sanat Tartışmaları Dizisi – 9: Türkiye'de yeni küratörlük yaklaşımları ve araştırmaları”
Konuşmacılar: Adnan Yıldız, Borga Kantürk, Esra Sarıgedik ve Ayça İnce, Tarih: 24 Nisan 2008 Perşembe, Yer:Mimar Sinan Ü. Fen Edebiyat F., Beşiktaş Yerleşkesi 208, No'lu derslik.
Bununla beraber toplamda on adet tartışmayı içeren bu seri 2009 tarihinde Azra Tüzünoğlu tarafından “Dersimiz Güncel Sanat” adı altında kitaplaştırılmıştır. Ayrıntılı bilgi için: www.outlet-istanbul.blogspot.comblogspot.com
2 “Kucaklaşmanın Kitabı”, Eduardo Galeano, Can Yayınları:564,Çağdaş Dünya Edebiyatı:223, ikinci basım, Nisan 2009, İstanbul, syf:118
3 Halil Altındere'nin küratörlüğünü yaptığı “Gerçekçi Ol imkansızı talep et!” sergisinin çıkış noktasından hareketle... Altındere bu sergideki başlığı Che Guevera'nın söyleminden yola çıkarak belirlemişti.
“Gerçekçi ol İmkansızı talep et!” 19 Ekim, 17 Kasım 2007, Küratör: Halil Altındere, Sanatçılar: Nevin Aladağ, Halil Altındere, Anonim,Vahap Avşar, Cem Aydoğan, Seyhun Babaç, Tufan Baltalar, Ramazan Bayrakoğlu,Evrensel Belgin, Başir Borlakov, Songül Boyraz&Peter Höll, Gökçen Cabadan, Aslı Çavuşoğlu, Burak Delier, Işıl Eğrikavuk, Aksel Zeydan Göz, Özlem Günyol, Nilbar Güreş, Hakan Gürsoytrak, Ha Za Vu Zu, Seda Hepsev, Gülşah Kılıç, Levent Kunt, Mustafa Kunt, Cem Madra, Sefer Memişoğlu, Ali Mihrabi, Ahmet Öğüt, Fahrettin Örenli, Ferhat Özgür, Anny&Sibel Öztürk, Necla Rüzgar, Erinç Seymen, Aslı Sungu, Canan Şenol, Serkan Taycan, Murat Tosyalı, Nasan Tur, Mehmet Ali Uysal, Demet Yoruç, .-_-., Yer: Karşı Sanat Çalışmaları, İstanbul
4 “Off the record/ Kayıtdışı” sergisi, 10 Eylül 2007-30 Kasım 2007,Çetin Emeç Sanat Galerisi, Port'07 İzmir Yan etkinliği.
Sanatçılar: Aslı Çavuşoğlu & Mehmet Dere, Cevdet Erek, Emre Hüner, Selim Birsel ve BFB Archieve (Büyük Aile Şirketi Arşivi),
Küratör: Adnan Yıldız
5 Portizmir ilk kez 2007 tarihinde İzmir Fransız Kültür Merkezi ve K2 Güncel Sanat Merkezi’nin kurumsal çerçevesinde yapılmış olan çağdaş sanat trienali'dir. Ayrıntılı bilgi için: www.portizmir.org
6 Hüseyin Alptekin'in bahsi geçen işinin yer aldığı sergi: H.B. Alptekin &M. D. Morris, “st.etienne express
(charbon / savon )”, Şantiye Galeri, 20.01.1995 – 18.2. 1995, İzmir
8 Ayrıntılı bilgi için :www.49-a.blogspot.com, www.derece.blogspot.com
10 Ayrıntılı bilgi için: www.underscene-project.blogspot.com/
11 Bu görüşlerin daha detaylı ele alınmış ve derlenmiş halini Şener Özmen'in aşağıdaki çalışmalarında bulabilirsiniz.
“Cefakar Doğu ya da “Welcome to Diyarbakır” Bölüm yazarı:ŞenerÖzmen, Yer aldığı kitap: User's Manual-Kullanma Kılavuzu: Türkiye'de Güncel Sanat, Yayına Hazırlayanlar: Halil Altındere & Süreyyya Evren, Art-İst yayınları, İstanbul, 2007, syf: 108- 114
“Travma ve Islahat”, Yazar:Şener Özmen, Lîs Yayınları, Mayıs 2007
Şener Özmen hakkında detaylı bilgi için: www.sener-ozmen.blogspot.com
12 Sözü geçen kitabın türkçe içeri için : http://ofsaytamagol.blogspot.com/
13 Art-ist Güncel Sanat Dergisi'nin 3. sayısında mika hannula'nın “Cehennem'den Mektup” başlıklı yazısına ulaşabilirseniz daha detaylı bilgi edinebilirsiniz.
14 “K2 İzmir'den bildiriyor!”, Bölüm yazarı:Elmas Deniz, Yer aldığı kitap: User's Manual-Kullanma Kılavuzu: Türkiye'de Güncel Sanat, Yayına Hazırlayanlar: Halil Altındere & Süreyyya Evren, Art-İst yayınları, İstanbul, 2007, syf: 116- 123
15 Bu görüş: Elmas Deniz tarafından, “The Unmarked Categories (Belirlenmemiş Kategoriler) başlıklı sergi kapsamında, Mehmet Dere ve üretimleri üzerine yapılmış bir saptamadır.
“The Unmarked Categories(Belirlenmemiş Kategoriler)”, K2 Güncel Sanat Merkezi,İzmir, Tarihler: 11 Eylül - 11 Ekim 2007, Proje Girişimcisi/ Küratör: Elmas Deniz, Katılımcı Sanatçılar: Morten Goll, Michael Baers, Mehmet Dere, Mahmoud Khaled, Kristina Ask, Gökçe Suvari, Katılımcı Yazarlar: Ashkan Sepahvand, Johnny Golding, Homework / Carlos Motta, Ditte Lyngkaer Pedersen, Lize Mogel, Jeuno J.E.Kim
16 Elmas Deniz 2003-2007 Tarihleri arasında Borga Kantürk ile beraber K2 eş proje kordinatörlüğü görevini üstlendi. 2007'den itibaren istanbul'da yaşamaya başlayan sanatçı, yazar, küratör. Ayrıntılı bilgi için: www.elmasdeniz.com
17 “Yaratıcı Yıkım” sergisi, 3 şubat, 15 mart 2009 tarihleri arasında, Seçil Alkış, Osman Bozkurt, Elmas Deniz, Hakan Kırdar, Nejat Satı ve Şener Özmen'in katılımlarıyla Outlet (İhraç fazlası Sanat), İstanbul'da gerçekleştirilmişti.
18 Sanatçı hakkında ayrıntılı bilgi için: http://galerinon.com/tr/gokcen-cabadan
19 Ahmet Uhri'nin “Unutmak” adlı çalışması ilk kez, K2'de gerçekleştirilen “Asit-toz” başlıklı sergide yer almıştı.
“Asit-toz”, Yer: K2 Sanat Merkezi, Katılımcılar: Barış Tanyıldızı, Süleyman Handan, Halil Vurucuoğlu, Aslı Çavuşoğlu, Damla Kızıltunç, Gülcan Şenyuvalı, Sebnem A.Gündüz, Ali Kılıç, Ahmet Uhri, Seda Hepsev, Habip Uyanmaz, Barış Ö. Güler, Bilgehan Yılmaz, Oğuz Kocaoğlu, Tuğba Atalay, Mors (Karahan Kadrman), Okan Yargıcı, Bahar Oğaner, Gülşah Karanlık, Elvan Ekren, Neda İ. Atar, Özgür Yaşaroğlu, Tarihler: 2 – 23 nisan 2006, İzmir
20 “ Hayalet Beton, Dargın Ağaç, Dikbaş Tepe”, Sanatçılar: Ahmet Uhri, Candan Öztürk, Ezgi Yakın, Hayal İncedoğan, Nejat Satı, Yaprak Oğuz, Küratör: Borga Kantürk, İzmir Fransız Kültür Merkezi, 16 Kasım – 4 Aralık 2009
Ahmet Uhri'nin sözü geçen çalışması için tam künye: “Tante Vicenza'nın İzmir'i ya da İzmir'in iki yüzü 2009, Ahmet Uhri (Vicenza Copri’nin katkılarıyla), Ses-metin Enstalasyonu, 19.21 dk.
21 Sanatçı hakkında bilgi için: www.dirimart.org/artists/10/ramazan-bayrakoglu
22 Sanatçı hakkında bilgi için: www.tufan-baltalar.blogspot.com
25 Söz konusu mekan hakkında bilgi için: www.aassm.org.tr
26 Serhan Ada, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Kültür Yönetimi Program Koordinatörü, Radikal Gazetesi köşe yazarı. Ayrıntılı bilgi için: http://camma.bilgi.edu.tr/tr/page/_cv_serhanada