Aslında fotoğrafı işlerimde sıklıkla kullanmıyorum. Fakat fotoğrafın dökumanter yönü ve geçmişe dair ‘tarihsel bir belge’ olma durumu beni kesinlikle cezbetmekte. Bu konuda teknik mükemmeliyetçilik barındıran bir üretim arayışım yok. Hatta tersine, fotoğrafın ‘temsili inandırıcılığı’ nı kullanarak, O’nun belgesel niteliğinden beslenen bir anlatım ‘anındalık’ kurmak çok cazip geliyor.
Sanırım Asıl derdim ‘mizansen’ler oluşturmak. Bunlar genelde 19yy. Manzara resimleriyle, cocukluğumun popüler çizgi-serilerinindeki o hafif ve keyifli hissiyatını birbirine çakıştıran, genelde tek bir figür-kahramanın yeraldığı kurgular. Hayali-Kurmaca figürlerin, gerçek dünyaya parazitlendiği muzip kaçamaklar diyebilirim.(Caspar David Frederich vs. Nills Holgersson, Gustave Courbet vs. Red Kit, gibi. )
Genelde kurduğum Mizansen; özenle, elle ürettiğim oyuncak figürler ve onların yerleştirdiğim ‘gerçek manzaralar’ı içeriyor. Ve O manzarın bir belgesini oluşturmak amacıyla çektiğim fotoğraflar var sonuçta. Bence figürler, mekan içerisinde küçüklükleriyle, yabancılıklarını hissettirirken, bir bakıma da mekanın boyut algısını absürdleştiriyorlar. Bu durum sonucunda da bulundukları manzaranın gerçekliğini de bozuma uğratıyorlar.
Burada hoşuma giden bir gariplik ortaya çıkıyor.
O’da; fotoğrafın, ‘bir zamanlar, bir yerlerde, öyle bir ‘durum’, öyle bir buluşma gerçekleşti’ye dair bir belgeyi uretiyor olması. Yani kurduğum masalı daha da gerçekmiş gibi göstermesi. Ya da tam tersine ‘gerçek olanı’ daha da masallaştırması...ikisinden biri.
Tuhaf ama benim açımdan gayet heyecan verici bir çelişki.
Borga Kantürk_Şubat 2006