Borga Kantürk, Mart 2008
Halil Vurucuoğlu, 2008, Dirimart
80’lerde doğmuş çocukların, kendilerini enformatik, görsel kaosun içerisinde bulduklarından, görsel algılarında yaşadıkları kalıcı bir şaşkınlıktan söz edilir. Bu nedenle, kesin ve net bir şeye kolayca konsantre olamayan, zihinleri karışık, devamlı hareket eden bir kuşağın temsilcileri addedilirler. Renkli televizyon, dergiler, pop müzik, mtv, soap opera diziler, sonrasında kablolu yayın, bilgisayar oyunları ve internet bu dağınık ilginim kökenleri olarak sayılabilir, listeyi daha da uzatmak mümkün..
Aklıma, Halil’in üretim biçiminin kökeni olabileceğini düşündüğüm, 80’lerden iki şey geliyor.
Birincisi, 80’lerin eğitiminde, multidisipliner bakış açısına dair bir aktivite olarak karşımıza çıkan “el-işi dersleri”. Söz konusu kuşağın, ilk ve ortaokul yıllarında karşılaştığı bu ders, eğer hakkı verilerek yapıldıysa, sanat ve kişisel becerileri güçlendiren deneysel bir alan sunuyordu. El-işi derslerinin hatırası olarak ilk aklıma gelen dört imge: El-işi kağıtları, makas, boyalar ve yapıştırıcılar. Kalıp oluşturma ve baskı tekniği öğrenmek adına patates baskıyı da unutmamak gerek. Hatta üst sınıflarda küçük bir halı örme, ka’tı sanatından beslenen bir dinamikle, çocuklara kesme-çıkartma eylemlerinin uyarlamalarını yaptırma gibi süreçler de yaşanmaktaydı. Ders bütün bu anonimliği ve sanata yatkın kimi arka sıra haylaz öğrencilerinin, makas ile üzerlerine bulaştırdıkları mürekkeplerle o eylemi pek sevip, okul dışında da yapmaya yöneltmiştir.
İkincisi ise 80’lı yıllarla müdavimi olduğumuz videotekler ve iki film birden kuşağı stratejisi taşıyan sinemalar ile yakından ilişkili.. Bu ortamların bizlere armağan ettiği, düşük bütçeli ve hızla üretilen, klişelere odaklanan bir sinema janrı olan b-film’ler. Çağımızın idol olmuş yönetmenlerinden Quentin Tarantino’nun kötü, bozuk ve kimi yerde mide kaldırmayan “b-film”leri defalarca izleyerek, günümüze özgü popüler bir dilin kurucularından olması bile bu türü ciddiye almamız için yeterli. Buradaki dil, alt kültürden, klişelerden, vasatlıklardan ve maço bir fetişizmden beslenmekte. Tarantino bu janra yönelerek, merkezine aldığı hikaye ve figürleri, retro kültürün; unutulmuş, kenarda kalmış bu türün içerisinden bulup çıkarmıştı. B-Filmlerin anonim klişelerini, önemsiz ve vasat diyaloglarını, yüksek bütçeli Hollywood sektörünün alanına taşıyıp, önemli göstermeyi başaran Tarantino, çağımız için yeni fakat retro bir kültürün bakış açısına işaret etmekte. Bu bakış açısı, sadece sinema ve moda sektöründe değil, günümüz sanat üretimlerinde de “Jenerik” ve “Fetişleştirme” üzerine odaklanan bir vizyonun tetikleyicisi olmaya devam ediyor.
Kısacası Vurucuoğlu, popüler imgeler dünyasının bize empoze ettiği bazı tarz ve trendlerin üzerinden çalışmalar üretiyor. Sosyal çevresini, yalın ve stilize bir şekilde betimlediği işler bunlar.
Halil Vurucuoğlu, işlerinin profilini çizerken sıklıkla “kent yaşantısından” ve bu ortamdaki “karmaşık, gel-git-ler” den söz ediyor. Ancak burada söz konusu edilen kente dair yaşantının bir içerisi ve bir de dışarısı var. Biraz açmayı denersek:
İçerisi (yüz-yüze): Gündelik hayat, farklı sınıflar, farklı gruplar. Adımladığın alanın ta kendisi.
Dışarısı (yüzden-sanal yüze) (ya da mesaj kutusundan mesaj kutusuna): İnternet kültürü, sanal arkadaşlıklar, sahte kişilikler, kendini başkasına benzetmeler, trend fotoğraflar, msn ve facebook avatarları (1). Hepsinin birer cool (2) imgenin yerini aldığı ikinci bölge. Buradaki kişiler keskin, esrik, cool ve televizyonun, sinemanın alanından fırlamış gibi duran karakterler.
Hangisinin gerçek olduğunu 80 öncesi doğmuş ve çocukluğunu sokaklarda geçirmiş, 60’ların çocuklarına sorsaydınız, haliyle birincisini seçeceklerdi. Bugünün kuşağının ise net bir tercihi yok gibi gözüküyor. Bu iki alanı baştan kabul etmek ve aralarında mekik dokumak sanki o’nlar için en keyiflisi gibi. Bütün bu hengame, dönemin sanat dünyasının disiplinlerarası yapısında, kuşağın sanatçılarının üretimlerinde açığa çıkıyor. Bir şeyin keskin savunucusu olmak yerine vur-kaç gerilla taktiğiyle alandan alana zıplamak günümüzün stratejileri içersinde oldukça makulleşmiş durumda.
Halil Vurucuoğlu’nun çalışmalarını şu süreçler dahilinde değerlendirebiliriz.
Sanatçı tarafından: Önce fotoğrafın çekilmesi veya seçilmesi. Dijital yolla bu görselin işlenmesi / değiştirilmesi, sonrasında anonimleşen görsel sonucun, el işçiliğine maruz bırakılması. Yani kes-çıkar (cut-out) yöntemi ile kağıda aktarılması, tekleştirilmesi. Bu süreç galeri içi işlerde bu noktada bırakılırken, galeri dışı işlerde ise özenle şablonun çıkarılması sonrasında, boyanın tekrar anonimleştirilerek herkesin püskürtebileceği şekilde, sokağa, yüzeye bırakılması söz konusu.
Eğer photoshop programının yabancısı değilseniz, bu fotoğraf düzenleme programının içerdiği kimi hazır efektler ile kullanıcılarına, görüntüyü dilimleme, parçalara ayırma eylemi üzerinden dijital ve anonim bir görüntü yaratma imkanı verdiğini bilirsiniz. Bu türde fotoğraf işleme programları, insanın yaptığı görsel yalınlaştırma işlemini, dijital bir standarda oturtup her kullanıcının, kolayca uygulayabileceği ve hemen hemen aynı etkide bir sonuç alabileceği şekilde hizmete sunuyor. Program sayesinde fotoğrafik imgeyi oluşturan renk blokları, farklı katmanlar (layer-lar) olarak birbirinden netçe ayrıştırılabiliyor. Bir çeşit geleneksel baskı tekniklerindeki üst-üste renk alanları hazırlamaya benziyor. Katmanlar arası keskin, net geçişler ve yalın bir sonuç.
Halil Vurucuoğlu burada ne yapıyor? Photoshoptan gelen anonim dijital veriyi önce elle yeniden üretiyor. Halil’in uyguladığı kağıdı oyma süreci, dijital programın yapay bir imge olarak ürettiği kes-at eylemini fiziksel bir sürece ve geçmişten bugüne gelen sanat-sabır-konsantrasyon ilişkisine işaret ediyor. Bu bakımdan işlerinde ka’tı (3) sanatına atıflar çıkarabiliriz. Diğer bir deyişle geleneksel bir tekniğin çizgi-roman sanatına yakın bir şekilde yeniden yorumlanmasını gözlemleyebiliriz. Buna bir çeşit ka’tı’nın Warhol’laştırma sürecine maruz bırakılması da diyebiliriz.
Sonuç olarak karşımıza çıkan imgeler, bulundukları ortamdan yabancılaştırılmış, cool’laştırılmış kimliklere dönüşüyorlar. Bu haliyle anonim olan veya farkındalık arz etmeyen şey, posterleştirilerek, meşhurmuş gibi gösteriliyor. Vurucuoğlu bir çeşit sınıf atlamaya, özenilenin yerine geçmeye atıf yaparak, karakterlerini bu yöne doğru kaydırıyor. Buradaki posterleştirme süreci iki taraflı işliyor. Anonim kahramanın, ikonalaştırılmış çoğaltılabilir klişe imgesi, sıradan yaşamdan birisinin, posterleşmiş tek nüsha imgesine dönüşerek galeri alanına giriyor. Bir bakıma Madonna’laşıyor. Buradaki Madonna’laştırma sürecine iki taraflı da bakılabilir. Hem sanat tarihinde galeriye, müzeye giren ikonolojik kutsal imge: Madonna (O’nun başyapıtlara konu olan suretine, üreteni, sanatçısına atfedilen dokunulmazlık, yücelik ve ulaşılmazlık gibi değerleri aklınıza getirin.) hem de popüler kültürün güçlü kadın imgesi Madonna. (Hayranları tarafından O’na benzeme ve fan klupler, makyajlar, saç kesimleri, O’ymuş gibi yapma çabası.)
Diğer taraftan da Vurucuoğlu’nun sokağa taşınmış bir dizi spreyleme eylemleri söz konusu. Bu çalışmalar birer şablon olarak ve imzasız üretilmekteler: Bu sebepten ötürü de anonimleşiyorlar. Bu alan için üretilmiş çalışmalar, sanatçının galeri içi sergilemelerinden tezat bir şekilde işliyor. Galeri içerisine “kes-çıkar” eyleminin eseri, kağıt işler girerken (bunlara tek nüsha kalıplar da diyebiliriz), galeri dışarısında ise o kalıpların üzerine bindirilmiş sprey boyamalar, “gölgeler” yer alıyor. Akira Kurosawa’nın Kagemusha (4) filminde, gölgenin, bedenin ayrılmaz bir parçası olmasından, bu iki parça arasındaki ilişkinin çok önemli oluşundan söz edilir. Bir gölgenin sahibini sonuna dek takip etme zorunluluğundan bahsedilir. Halil Vurucuoğlu’nun üretimlerinde, bu iki parçanın (nesne: kalıp, gölge-iz: boya, spreyleme) içerisi (galeri mekanı) ve dışarısı (sokak) ile olan ilişkisinin yarattığı ikilik dengeleyici gözüküyor. Böyle bakıldığında “gölge” kavramı, Halil Vurucuoğlu’nun işlerinde oldukça önem kazanıyor. Sanatçının, kara filmlerin (5) etkilerini barından mizansenler, elektrik direkleri, karanlık sokaklar, çizgi romanlardan çıkma karakterleri çağrıştıran portreleri örnek olarak verilebilir.
Vurucuoğlu’nun çalışmaları, fırça ile üretilen tuval resmi geleneğinden çok, çizgi roman sanatının baskı ve kalıp teknikleriyle üretilmiş şablonsu diline atıf yapıyor. Özenle oyulmuş, işlenmiş kağıt kalıplar, bu sefer de gizil bir iz bırakma eylemiyle sokağa mıhlanıyor. Kalıplardaki sanatçının el emeği vurgusu, bir aracı olarak herkes tarafından püskürtülebilecek anonimlikte bir boya izi bırakmak ve bu izleri kentte dolaştırmak gibi bir rol ile yer değiştiriyor. Buradaki rol değişimini, 80 kuşağının çokça tanığı olduğu çift kişilikli süper kahramanların pozisyonuna benzetebiliriz. Bruce Wayne karakterinin, zengin, elit haliyle şık partilerde dolaşan yüzünü ve beraberinde geceleri sokaklarda, gizil ve tekinsiz, kamuya hizmet veren “Batman” alt-kimliğindeki rolünü hatırlayalım. Bir tarafta sermaye ve güç ilişkilerinin merkezinde takım elbiseli şık bir adam, diğer tarafta karanlıkta gölge olarak dolanan esrarengiz bir kişilik..
Sanatçının sergi başlığı olarak seçtiği isim ise “Bambu”. Buradaki vurgu bitkinin botanik özelliğine dair; dışı sağlam, içi boş olan bir malzemeye gönderme yapılıyor. Bambu’nun serginin görsel imgelerinden biri olarak göze çarpmaması başta izleyiciye ilgisiz bir imge olarak görünebilir. Bu biraz da sanatçının bilinçli bir tercihi. Söz konusu malzeme özellikle, dekoratif kullanım için hoşluğu ve şıklığı bakımından tercih edilmekte. Burada bambunun tasarım objesi yönü ile fetişleşmiş bir nesneye dönmesine, içi boş hafif ve ucuz bir malzeme oluşuna bir atıf yapılmış. Ancak bambunun Uzakdoğu kültüründe aynı zamanda kolay taşınabilir, güçlü bir silah olarak görüldüğünü de belirtmeliyiz. Samuraylar’ın ve Viet-kong’luların bambularla hazırladıkları silahlar ve bu malzemenin merkezinde yer aldığı “kendo” isimli geleneksel spor örneklenebilir. Günümüzde her ne kadar, kendo ve yoga gibi doğunun felsefi aktivitelerinin popüler bir trend olarak hobilere dönüşerek konformist ortamlarda geçici kurslar halinde sürdürülmesiyle karşılaşsak da, bu etkinliklerin kökenlerini unutmamalıyız.
Kısacası bambu hem şık, hem tehlikeli olan son derece kullanışlı ve geçişliliğiyle tanımlanabilecek bir malzeme. Halil Vurucuoğlu’nun işlerindeki hem dışarıyı hem içeriyi bağlayan yapı, galeri içerisinde fetişleşen imgenin yanı sıra, dışarıda sürdürdüğü stencil uygulamaları ve bu dilin hızlı bir silahmışçasına kullanımı, Vietkonglular’ın gizli vur-kaç’larındaki bambuyu kullanışlarına yakınlaşıyor. Her ikisinin de tekinsizliği ve mekanla olan ilişkisi, kısa süreli, sessiz ve çabuk hareket etmeye yönelik.
Stilize ve trend bir kültürün, moda olduğu için devam edilen bir metanın parçası olarak mı?
Yoksa tıpkı uzak doğuda olduğu gibi o malzemenin ruhuna inmeye çalışarak, anlamına ve yararına odaklanan bir bilinç ve önyargısızlıkla mı?
(*) Shadow of the Bat: Batman maceralarının yer aldığı çizgi roman serilerinin 2000 tarihli son sayısı. DC Comics tarafından yayımlanan seri, 96 sayıdan oluşmaktaydı.
Dipnotlar:
2- Cool: İngilizce soğuk anlamına gelen terim. Türkçe’de "Kul" olarak okunur. Daha çok moda sektöründe tekstil, tarz dergileri ve kataloglarındaki mankenlerin soğuk ve cansız (havalı ve sükseli ) duruşlarının müşteri tarafından yanlış anlaşılması sonucu, tüketim toplumunun gösterdiği yanlış bir davranış olsa da, moda trendi olarak kabul görmektedir. Bir çok sosyolog tarafından sosyolojik açıdan toplumdaki bireyselliğin yükselmesi, toplumsal bakış açısının daralması olarak yorumlanır.
4- Kagemusha: (Kagemuşa , Kagemuşa / Gölge Savaşçı), Akira Kurosawa’nın 1980 yılına ait bir filmidir. Başlık, taklit eden kimse için kullanılan bir terimdir. Japon tarihinin savaş yılları döneminde geçmektedir ve düşman kumandanları, savunmasız klana saldırmaktan vazgeçirmek için ölü bir kumandanın kılığına girmesi öğretilen düşük-sınıftan bir suçlunun hikayesini anlatır. 1575 Nagaşino Savaşı'nın doruğa ulaştığı yıllar ve Kagemuşa'nın kılığına girdiği kumandan, Daimyo Takeda Şingen (1521-1573) temel alınarak çekilmiştir.
5- Film-Noir: Kara film (Fra., film noir), öncelikle, kahramanlarını çürümüş ve itici algılanabilecek bir dünyanın içine yerleştiren suç filmlerini tanımlamak için kullanılan bir sinema terimidir.
Açıklamalar http://www.wikipedia.org/ adresinden temin edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder